YANAN EVLER

06 Kasım 2013 07:04 / 8972 kez okundu!

 


Beş yaşında ya vardı ya da yoktu. Yaşına göre biraz tombulcaydı. Açık kahverengi saçları dalga dalga dalgalanan bir deniz gibiydi. Kıvrım kıvrım saçlarının düştüğü alnı, sarıdan çok beyaza kaçan bir ten rengine sahipti. Kahverengi mi ela mı, tam kestirilemeyen gözleri; küçük burnu; tombul, yuvarlak yüzü, çocukça gülüşüyle birleştiğinde tarif edilemez bir sevimliliğe kavuşuyordu. Süleyman, anlatılan tüm bu özelliklere sahip bir çocuktu.


Babası seyislik yapıyordu. Bu yüzden birkaç aydır babasının yeni iş bulduğu bir çiftliğe taşınmışlardı. Buraya çabuk alışmış daha canı sıkılmamıştı. Her şey o kadar güzeldi ki; sabah uyanır uyanmaz, ahırların yanındaki Karabaş’ın yanına koştururdu.

Karabaş, taylar kadar büyüktü. İsminin ise neden Karabaş olduğu onun her halinden belliydi. Simsiyah gözleri ve kömür karası tüyleriyle adını gayet iyi taşıyordu. İlk geldiklerinde Karabaş’tan korkmuş daha sonraları babası ile ona yemek verdikçe alışmıştı. O kadar ki, bir sene sonra başlayacak; eve bir saat uzaklıktaki okuluna, tek başına gidip geleceğini babası söylediğinde oturup ağlamıştı. Karabaş’ın onu hiç yalnız bırakmayacağını duyduğunda ise çok sevinecek, okula onunla gittiği için okulu bir başka sevecekti.

Çiftlikte bir sürü ahır ve at vardı. Babası çiftlikteki tek seyisti. Bununla beraber çiftliğin çevresi ile ilgilenen birkaç bahçivan dışında beş altı tane de yardımcısı vardı.

Süleyman çiftliğe geldiğinden beri girmediği yer, bakmadığı ahır kalmamıştı. En çok da çiftliğin içindeki üç katlı büyük villayı merak ediyordu. Bu villa çiftlik sahiplerine aitti. Çiftlik sahiplerinin bir de genç oğulları vardı. Süleyman bu çocuğu hiç sevmezdi. Onun da köpeği vardı ama Karabaş gibi değildi. Bir gün çiftlik sahiplerinin oğlu kırbaçla köpeğini dövmüştü. Süleyman bu olaya çok üzülmüş ve bu çocuğa çok kızmıştı. Asıl kızgınlığı çocuktan çok anne babasınaydı: “Nasıl böyle bir çocukları olabilirdi ki? Acaba annesi ile babası nasıldı? Onlar da kesin atları dövüyorlardır, babam atları hiç yalnız bırakmasın…” diye içinden söylenirdi.

Süleyman hiç Karabaş’ı dövmüyordu. Süleyman’ın babası da atlar için kırbaç kullanırdı. Hatta bir keresinde babasına da atlara vurduğu için kızmıştı. Babası da onların canını yakmayacak şekilde vurduğunu göstererek sadece aralarında anlaşabilmeleri için incitmeden vurmak zorunda olduğunu anlatmıştı.

Süleyman çok merak ettiği o çiftlikteki üç katlı villa evine birinci sınıfı bitirdiğinde girme imkânı buldu. Okul bitmiş ve karnesini alarak Karabaş’la çiftliğe gelmişlerdi. Bir eliyle karnesini tutarken bir eli de Karabaş’ın omuzlarındaydı. Çiftliğe daha yeni girmişlerdi ki çiftlik sahibi babasıyla konuşuyordu. Amacı sessizce inceden bir selâm verip, önlerinden geçip doğruca karnesini annesine göstermekti. O esnada çiftlik sahibi: “Süleymannn…” diye seslendi. Koşarak yanına gittiğinde, karnesi çoktan babasından önce çiftlik sahibinin ellerindeydi. Biraz karneyi inceledikten sonra çiftlik sahibi: “Aferin Evlât…” demekle kalmamış para da vermişti. Paradan çok o yaşlı amcanın “Aferin” demesi hoşuna gitmişti. O günden sonra çocuklarıyla bu insanların arasında gerçekten dünyalar kadar fark olduğunu anlamıştı. Süleyman’ın annesi ve kardeşleri babaannelerinin evine ziyarete gitmişti. Bir hafta kadar da dönmeyeceklerdi. Süleyman her nedense gitmek istememiş ve babasıyla kalmak istemişti. Babası da farklılık olsun diye Süleyman’ı da alıp, ahırların üstündeki çatı katı tarzında yapılan, üçgen evlerden birine yerleştiler.

Bu bir hafta da çok şey öğrenmişti. Babasının geceleri atları kontrol ettiğini gördüğünde onunla beraber gitmişti. Atların ayakta uyuduğunu; en çok kesme şeker, arpa ve pekmez sevdiklerini gördüğünde atlara olan sevgisi biraz daha artacaktı.

Süleyman annesi gittiğinden beri fırın ekmeği yiyordu. Bu ekmek her nedense annesinin, atların da yediği arpadan öğüterek yaptığı ekmeklerin yerini tutmuyordu. Bir gün babası tüpün üstüne yemek koymuş, atların yanına inmişti. Süleyman da çiftlik sahibinin hanımının kendisine karne hediyesi olarak aldığı legolarla oynuyordu. O esnada bir yanık kokusu geldi burnuna. Pencerenin önünden koşan atlara, hazırlanan yılkılıklara bakıyordu. Arkasını döndüğünde evin yanmaya başladığını gördü. Ayağa kalktı. Bir korku sarmıştı bedenini. Aşağıya inmeye çalıştı. Ama olmadı. Kapı da yanmaya başlamış, alevler yavaş yavaş kendisine doğru gelmeye başlamıştı. Pencereden tekrar aşağıya baktı. Çok yüksekti. Atlayamazdı. Babasını çağırmaya çalıştı. Bağırmak istiyordu. Ağzını açıyordu fakat alev seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Ne olacaktı şimdi? Birden kıpırdayamadığını fark etti. Alevler üstüne üstüne geliyordu. En son “baba… baba…” diye bağırdığını hatırlıyordu. Birazdan yavaş yavaş gözleri kapanacaktı.

Gözlerini açtığında yanında Karabaş vardı. Alevlerden sonra ilk onu görmek çok güzeldi. Burası atların ilaçlarının olduğu yerdi. Gözlerini açtığında yanında çiftlik sahibinin oğlu duruyordu: “Hadi bakalım ufaklık, ucuz atlattın. Geçmiş olsun” dediğinde, Süleyman hâlâ bir şey anlamamıştı. Oysa babasıyla kaldığı çatı katında yangın çıkmış daha babası yetişemeden çiftlik sahibinin oğlu onu kurtarmıştı. Bunları sonradan babasından duyduğunda kendisine çok kızmıştı…

* * *

Süleyman büyümüş, otuz yaşında koca bir adam olmuştu. Babası vefat etmiş, kardeşleri evlenmiş, yıllardır annesiyle birlikte yaşamaya çalışıyorlardı. Babasının vefatından sonra annesinin memleketine gitmiş, terli bir coğrafyada yeni bir hayata başlamışlardı. Dayısının açmış olduğu marketi işletiyor, eve de böylece katkıda bulunuyordu. Annesinin kız kardeşleri, erkek kardeşleri kadar onu her nedense sevmiyorlardı. Bu sevgisizliklerini de her seferinde belli ediyorlardı. Süleyman içten içe bir şeylerin farkındaydı. Burada o kadar da istenmiyorlardı aslında. “Koskoca bir oğlu vardı bu kadının, gitsin uzaklara, oğlu da ona baksın” diyorlardı… Annesinin, Süleyma’nın teyzelerine olan nefretini daha doğrusu kızgınlığını çoğu kez Süleyman dizginliyordu.

Bir akşam işten döndüğünde evin yoluna girerek ağır ağır yürümeye başlamıştı. İlk önce yanından hızla geçen bir polis aracına gözü çarptı. Daha sonra Ambulans’a ve İtfaiye Arabası’na… Meraklı gözlerle yanından geçen arabalara sadece bakıyordu. Eve yaklaştıkça bir kalabalık gördü. Dahası ev yanıyordu. Biraz daha ilerleyince yanan evin kendilerine ait olduğunu gördü. Koşar adım evin önüne geldi. Annesini biraz önce yanından geçen Ambulans’a bindirirlerken gördü. Yaşıyordu… Annesine sıkıca sarıldı. İyi olup olmadığını sordu. Annesi: “iyiyim…” dediğinde çok mutlu oldu. İnsanlar, akrabalar, yabancılar sadece susmuştular… O an hiç konuşmak istemedi. Ev yanmış, bir süre sonra da insanlar dağılmıştı. Dayısı yanına geldiğinde: “oğlum eviniz yanmış…” diye başlayan sözlerine devam edecekti ki, Süleyman susan gözlerle ona bakarak, diliyle şunları söyledi: “yanan keşke sadece ev olsa…”

* * *

Nerden gelmişti bunlar aklına? Çocukluğundan şimdiye, nasıl da film gibi geçti bunlar zihninden… Okuduğu gazetede sevgiliye yazılan bir şiirdi, onu geçmişiyle baş başa bırakan…



YALAN DA DEĞİL

Karanlık

Çok karanlık.

Bir sessizlik var.

Bir yanım sonsuzluk

Bir yanım karanlık…


Koşar adım çıkıyoruz

Gözlerim evde kalıyor.

Annem ellerimden tutuyor

Gökyüzünde kar,

Hava da soğukluk var

Ben terliyorum…


Hemen büyüyorum.

Yaşım kaç!

O kadar büyüyorum ki,

İnsanlar sevmeye başlıyor,

Güveniyorlar

Evi yakılan çocuğa…


Hâyâl meyâl hatırlıyorum,

Evi annem yakmıştı.

Anlamamıştım, o zaman

Şimdi anlıyorum…


Bir zaman sonra

Sessizce biri geliyor yanıma;

“Merhaba. Ben Çehov…” diyor

“kahramanlarımı öldüren de

yaşatan da benim” diyor.

“onlara ‘ vazgeç’ diyen de benim…”

Şimdi anlıyorum, geçmişi…

Hâyâllerimi, düşlerimi,

Düşüncelerimi…

Çünkü hâyâllerimi yakıyorum.

Yanıyor

Yandı

Yandım.


Küllerimi toplamaya kalkma!

Bir çocuğun yüreğine serpilir,

Umut olurum,

Sevda olurum,

Aşk olurum…


Gökyüzünden topla beni,

Aç yüreğini,

Dolsun hayat…

Yarını istiyorsan

Umut etmelisin…

Umut etmek,

Hayatı sevmektir…

Yalan desem,

Kızar mısın?

Kızma ama

Yalan da değil!


Akın AKAR

Eğitimci-Yazar

akinakar88@hotmail.com


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
       Facebook'ta Paylaş       
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Editör
Konuk Defteri
Üye İstatistikleri
Son Üye Nihat
Toplam 383 Üye
Son Fotoğraf
BURSADA `Kİ ERCİŞLİ`LER 2010 PİKNİK ŞÖLENİ GENÇLERİ KAYNAŞTIRMA ADI ALTINDA HALISAHA  FUTBOL göl kenarı Patikler - İsmet Tuınç Halil Emrah Macit
Finans
Alış Satış
EUR YTL YTL
USD YTL YTL
Spiritüalist