15. Bölüm: Van Kalesi Kurtuluyor Amma Selvi Elden Gidiyor

25 Temmuz 2010 01:49 / 1513 kez okundu!

 


Şah düşündü ve ninenin sözünü tasdik etti. Kendi kendine: “Eğer bu ninenin davarı olmasa bu yoğurdu nereden getirecekti” dedi. Bu sırada Şah Abbas kaleye baktı, beyaz şeyler döktüklerini gördü ve Nineye:

- Nine, o burçtan döktükleri ne ki? dedi.
- Şah oğlum! Gözlerim iyice fark etmez, rengini bir söyle! dedi.

Şah da beyaz olduğunu söyledi. Bunun üzerine Nine:
- Aha şimdi hatırıma geldi. Dün kız torunum cariyenin bir iki noksanı vardı. Ondan ötürü pazara çıktım, birinin ambarında unlar durmaktan kurtlanmış, dökülüp yerine taze un doldurulacağını dellâllar nida ederlerdi. [1] O olacak.

Şah Abbas vezirlerine:
- Van’da bu kadar un varken, aç bırakıp da Van Kalesi’ni alacağız diye burda üç senedir bekleriz. Bu gidişle yedi sene değil, yetmiş de beklesem yine alamam, dedi (*). Serdarı çağırarak:
- Üç senedir kaleyi bekledim, alamadım. Ancak askerim boş çıkmasın. İslâm’ın esiri haramdır, ancak malı talandır.

Emretti, yetmiş bin serbaz Van’dan yola girdi. Bir bölük de Erciş’e uğradı. Bunlar Miroğlu’nun başını kesip malını talan ettiler. O gün de Selvi kırk cariyesiyle bağa inmişti. Erciş’e giren bölük atlının içinde iki adamın eline bir şey geçmemişti. Bu iki atlı bir bağın yanından geçerken, içinde iki kız gördüler. Bunlar da serbazları görünce, ürkek âhulara döndüler. Ne durmak istediler, ne de kaçıyorlardı. Askerlerden biri öbürüne:
- Bala, dünya malı dünyada kalır. İyisi mi bu iki kızı da biz alalım, dedi. Karar verdiler, bahçeden kızları aldılar. Biri Selvi’yi öbürü de Nazlı’yı kaptı, yamçılarının [2] altına saklayarak yola girdiler. Ancak bu iki atlı, korkusundan Şah’ın ordusuna yaklaşamıyor, uzaktan, kırağdan [3] gidiyorlardı.

Şah Abbas askerlerinin önünde tahtırevanla giderken, uzaktaki iki askeri gördü, bunlardan şüphelenerek emir verdi, üç beş asker gidip bu iki atlıyı getirdi. Onların arkalarındaki yamçıları kaldırdılar. Birisinin arkasından Selvi’yi, bulut arkasından on beş günlük ay gibi gördü Şah Abbas, Selvi’yi görünce aklı gitti:
- Kervan kıran yıldızı mısın zalim, bu Allah’ın dağında nereden doğdun? dedi ve emretti, o atlının boynunu vurdular. Nazlı da ayın yanında yıldız nasıl görünüyorsa Selvi’nin yanında öyle görünüyordu. Onun da süvarisinin boynunu vurdular. Şah Abbas Serdarına:
- Ey Serdar! Bu kız özüme ateş saldı, sebep olanı Allah ateşe salsın. Bir iyice bunları götür, dedi.

Selvi ile Nazlı’ya yer yaptılar ve yola koyuldular. Şah fitili almış, cayır cayır yürekten yanıyordu. Selvi ise durmadan ağlıyordu. Nazlı da teselli veriyordu. Selvi Nazlı’ya:
- Ben bunların elinden nasıl kurutulurum? Şimdi Şah Abbas pençesine düştüm. Emrah’tan sonra bana dünya haram olsun. Kimsenin eli dokunmadan bana bir zehir ez, dedi. Nazlı:
- Selvi ağzına kurban! Vücuduna ziyan getirme. Şah seni görünce bin gönülden bir gönüle taaşşuk [4] etti. Bu bir Kisra [5] şahıdır. Dilberlerin zülfü zincirine, öyle Rüstemler [6], öyle kahramanlar bent [7] olmuştur ki, Şah gelene kadar akşam olur. Sen şimdi Şah’a Şah oldun, o da sana gedâ [8]. Ancak sana bir akıl öğreteyim; bu sözümü tut! Konak yerine varınca, Şah emreder, çadırın kurulur ve seni gelip görür, aslın, neslin sorar, kendisini karşılarsın, ayak toprağına yüz sürer, el pençe peyvent [9] durursun. İsmini, kimin kızı olduğunu söylersin. Beni soranda, “sır tayamdır” dersin. “Benden muradın nedir? İste ki toyun tutaram.” diyende, dersin ki: “Şahım, sen bir İran Şahısın. Ben de bir büyük kızı. Ancak özüne gücüm çatmazsa da, ben yol üzerinde toy tutmanı, vakitli vakitsiz yanıma geleni istemem. İsfahan’a gidende ise, Allah’ın emrine ne derim. O vakit toyum tutulur. Şayet bu arzumu kabul etmez isen, özüm zehir içer ölürüm” dersin. Şah da İsfahan’a kadar ruhsat verir, İsfahan’a gidende, ben onun başına bir patlıcan turşusu korum ki o da görsün.

Konak yerine varıldı, Şah Abbas Selvi’nin çadırına geldi. Nazlı’nın dediği gibi sordu. Selvi kendisine bir tatlı verdikten sonra sorduklarına cevap verdi ve Şah Abbas:
-İsfahan’a kadar sana mühlet, inşallah toyun tutarım, dedi.
Yollarına devam ettiler. İran sınır başında Saat Çukuru kasabasına geldiler. Burada Yakup Han isminde akıllı ve bilgili bir adam vardı. Bunu Şah Abbas’a haber verdiler. Şah Abbas, Yakup Han’ın da Türk olduğunu düşündü. İleride belki Selvi için faydalı olur diye onu da beraberine alarak İsfahan’a yürüdü.

[1]: seslenirlerdi
[2]: bir yüzü uzun tüylü, kalın yünden dokunarak yapılmış yağmurluk
[3]: kenardan, kıyıdan
[4]: âşık olma
[5]: eski İran hükümdarları lâkabı
[6]: Zaloğlu Rüstem hikâyesinin baş kahramanı
[7]: bağlama; kendinden ayrılmayacak surette çekme; boğma
[8]: Dilenci, yoksul, âşık
[9]:bağlı

(*) Şah bunun üzerine: “İstemedim bahçesini bağını / koy desinler Şah Abbas’ın bağı var.” diye kendi bağlarıyla alay etmiştir. (Anlatan Âşık)

(devamı haftaya : Ve Emrah, Selvi Han’ın Derdine Düşer)

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
       Facebook'ta Paylaş       
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Editör
Konuk Defteri
Üye İstatistikleri
Son Üye Vedtinc
Toplam 384 Üye
Son Fotoğraf
hüsamettin ergül,mustafa akarsu, trt erciş muhabir ilginç kayalar, iç tarafları doğal sığınak Toplantıya katılanlar 23.10.2011 Erciş Depremi İ.Tunç 30 mayıs erkek üyelerin pazar kahvaltısı Vanyolu Mah. Halil Emrah Macit
Finans
Alış Satış
EUR YTL YTL
USD YTL YTL
Spiritüalist