16. Bölüm: Ve Emrah, Selvi Han’ın Derdine Düşer

17 Mart 2012 11:16 / 2492 kez okundu!

 


Emrah, Şah atlısının Selvi’yi götürdüğünü duyunca, kendini yerden yere çaldı, ağzından ve burnundan kan boşandı, anası babası ne yapacaklarını şaşırdı. Ve:
- Oğul kendine kıyma, Selvi bir büyük kızı, sense fakir oğlu. Sana Selvi’yi vermezler ki. Aklını başında tut, beyhude [1] döğünme, canına yazıktır.

Emrah bu sözlerin hiç birini dinlemiyordu.

***

Miroğlu’nun iki de oğlu vardı. Selvi kaçırıldıktan birkaç gün sonra, iki kardeş baş başa verdi. Düşündüler ve dediler ki:

- Babamız öldü. O, gün gördü, safasını sürdü. Ancak bir genç kız kardeşimiz var ki, bu kızın nereye götürüldüğünü bilmek gerek. Bu bizim namus işimizdir.


Bu konuşmanın sonunda dellâl [2] çağırmaya karar verdiler. Her kim ki Selvi’den haber getirirse dünyalığını vereceklerdi. Dellâl bağırdı, Emrah dellâlı işitince hemen sazını kaptı ve Miroğlu’nun oğullarının divanına koştu. Bunlar Emrah’ı görünce:

- Hayrola Emrah, neye geldin ki?

Emrah:

- Dellâlınızı işittim. Selvi’den haber istersiniz. İzniniz olursa ben gidip arıyayım.


Kardeşler:

- Sana izin yok, sen bize babamızdan yadigârsın.


Emrah:

- Emriniz olursa iki bend sözüm var, danıştıktan sonra diyeceğinizi deyin.

Selvi’nin kardeşleri izin verdi. Emrah başladı:


Hey ağalar niçin mecnun [3] olmayayım?
Yitirmişim elâ gözlü meralı,
Cihan tabip olsa sağalmaz [4] yarem,
Açma tabip sinem kalsın sarılı.

- Emrah, sen diyar-ı gurbet cefasına dayanamazsın, bu işten beri ol, dedikleri zaman, Emrah:

Dağlarda gördüğün, benim demimdir [5],
Yüreğimde yanan, dert ve gamımdır,
Hey ağalar giden yavru kimindir?
Beni dertli koydu, gitti yaralı.

Miroğlu’nun oğulları bunu işitince Emrah’ın Selvi’yi sevdiğini anladılar ve dediler ki:

- Eğer Selvi’yi getirdin sana. Yok haber getirdin, dünyalığın tamam.

Emrah yine devam etti:

Emrah, yazılanlar gelirmiş başa,
İstersen han ol, istersen paşa,
Hey ağalar bakın giden keleşe [6],
Siyah zülüf mah [7] yüzüne yaralı.

Bitirince, kardeşler Emrah’a:
- Biz vaktinde bileydik, çoktan Selvi ile toyun tutmuştuk, dediler ve Emrah’ın gitmesine razı oldular. Emrah babasının yanına geldi. Selvi’yi aramağa gideceğini söyledi.

Babası:
- Hele oğlum bugünü geçir, yarın seni yolcu edelim, dedi.

Ertesi gün oldu. Seher zamanı Emrah kalktı. Anası ve babası ağlıyordu. Emrah ayrılık türküsüne başladı:

Sana canım kurban, gül yüzlü peder,
Hakkın helâl eyle, ben gider oldum,
Böyle imiş bana emr-i mukadder,
Baba helâl eyle, ben gider oldum.


Âşık Ahmet cevap verdi:

Terk ettim vatanım, ulusum varım,
Gitme, öksüz koyma, pirlikte [8] beni,
Ser [9] çekti göklere ah ile zarım [10],
Gitme, öksüz koyma, pirlikte beni.

Emrah:

Kırılsın kolları çarh-ı feleğin [11],
Baba dua eyle, geçer dileğin,
Küçükken verdiğin hakkın, emeğin,
Baba helâ eyle, ben gider oldum.

Âşık Ahmet;

Gece, gündüz senin için dileğim,
Beyhudedir hep çektiğim emeğim,
Sana helâl olsun hakkım emeğim,
Gitme, garip koyma, pirlikte beni.

Emrah anasının ve babasının elini öptü, onları Tanrıya ısmarladı, kendi kendine: “Selvi’yi bulamaz isem, yolunda ölürüm ya” dedi, sazını aldı ve ayrıldı.

Erciş’in önünde bir tepeye çıktı, şehre baktı, Erciş’in üstünü sis kaplamıştı. Şöyle düşündü: “Miroğlu’nun oğulları Selvi’yi sevdiğimi anladılar. Yüzüme karşı “Selvi’yi bulursan senin” dediler ama, Allah bilir ki, bu sözleri hilâftır [12].

Bunlar beni ayartmak için, “Selvi’yi Şah atlısı götürdü” adını koydular. Ben şimdi beş hane [13] söyler ve bu dumanı Erciş üzerinden kaldırırsam Selvi gitmiştir. Yok, yoksa, Selvi Erciş’tedir, dedi ve sazına el götürdü:

Bizim sahraların [14] başı,
Pare pare duman şimdi.
Sevişmesi bir hoş olur,
Ayrılması yaman şimdi.

Gülün çevresi har [15] m’ola?
Çektiğim ahu zar m’ola?
Acep bizi anar m’ola?
O kaşları keman şimdi.

Arasam yâri bulurdum,
Yolunda kurban olurdum,
Bir gün görmesem ölürdüm,
Gör, neyledi zaman şimdi.

Erciş’in dağları karlı,
Ben çekerim ahu zarı,
Kadir mevlâm gönder yârı,
Gönül ister heman şimdi.

Şimdi benim yarim çıkar,
Yollarıma durmaz bakar,
Emrah’ı odlara [16] yakar,
Boyu Selvi, revan[17] şimdi.

Emrah’ın sözleri bitti. Duman Erciş üzerinde yerleşmiş oturuyordu. Emrah kendi kendine: “Öyleyse Selvi Erciş’tedir” dedi, sazını omuzlayıp Erciş’e döndü. Doğru Selvi’nin bahçesine koştu. Bir de ne görsün! Bahçe perişan, güller yolunmuş, dallar kırılmış, menekşeler boynunu bükmüş, Selvi’nin yasıyla ağlıyor. Bir yasemin dalına gözü daldı., Selvi’yi atlılar kaparken sırma işlemeli başörtüsü ortaya ilişmiş, kalmış, Emrah bunu aldı, kokladı, öptü, ağladı, ağladı ve yaşlarla ıslattı. Yad [18] avcıların hoyratlığına ciğeri dağlandı, Selvi’nin götürüldüğüne ancak inandı ve sazına sarıldı:

Baktım ki yurduna, bülbülü susmuş,
Selvi göçmüş, viran olmuş otağı,
Camlar şikest [19] olmuş, meyler dökülmüş,
Sâkiler meclisten kesmiş ayağı.

Ayrıldım, Selvi’den yastayım yasta,
Başım yastıktadır, kulağım seste,
Tutılar [20] kan ağlar, bülbüller yasta.
Nazlı canan terk edeli bu bağı!

Emrah yar hastası, daima canda,
Gönül melûl [21], mahzun, dideler [22] kanda,
Şah geldi götürdü, sevdası bende,
Mecnun gibi dolanayım bu bağı!

Emrah’ın kanı donmuş idi. Gözleri yol çekiyordu. Selvi ile bağda geçen günleri hayalledi, sonra durdu ve düşündü, Tebriz’e gitmeyince Selvi’den haber alamayacağına karar verdi ve yola girdi.

***

[1] : boşuna; yararsız, anlamsız

[2] : tellâl (dellâl); alışverişte aracılık eden kimse (dellâle: kadınla erkek arasında aracılık eden kadın); satılacak bir şeyi yüksek sesle satan adam

[3] : cin tutmuş, çıldırmış, deli, divane; ziyade tutkun, aşk yüzünden kendini kaybetmiş; Leylâ ile Mecnun hikâyesinin erkek kahramanı

[4] : iyileşmez

[5] : soluk, nefes; vakit, zaman; içki; (dem çekmek: kuşların ötüşlerini uzatmasını anlatmada da kullanılır); göz yaşı

[6] : yiğit, cesur, bahadır; ço yakışıklı, çok güzel; vücut yapısı gösterişsiz; (bazı durumda) çirkin, kötü

[7] : gökyüzündeki ay; yılın on ikide biri; güzel genç veya kız

[8] : yaşlılık, ihtiyarlık, kocalıktarikat kuranlardan her biri; her meslek veya işin kurucusu, başı

[9] : tepe, doruk; uç, kenar; son, nihayet; baş, kafa, kelle; baş, başkan

[10] : ah çekip inleme

[11] : Talihin çarkı; Dünyanın çarkı; Göğün çarkı; Zamanın çarkı

[12] : Karşı, karşıt, ters

[13] : Bir bütünün küçük parçalarından her biri; ev

[14] : Kayalar, kütleler, (burada) dağlar

[15] : (har) (burada) diken

[16] : ateş

[17] : giden, yürüyen

[18] : anma, hatıra getirme

[19] : kırılmış

[20] : bir cins papağan; bir çeşit sürme

[21] : usanmış, bezmiş, bıkmış

[22] : gözler, gözün nurları, sevgililer


(devamı haftaya : İsfahan’da Yakup Han, Selvi Han’a Destek Oluyor)

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
       Facebook'ta Paylaş       
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Editör
Konuk Defteri
Üye İstatistikleri
Son Üye Nihat
Toplam 383 Üye
Son Fotoğraf
Tevfik Balıkçı İSMAİL KOÇAK VE AHİN ERDİNÇ-YIL-1978 Deprem. A. Akar 19 Eylül Ahtamara Ayini 23.10.2011 Erciş Depremi İ.Tunç 19 Eylül Ahtamara Ayini Çavuştepe Höyüğü'nden -Önde başaklar arkada Urartu Halil Emrah Macit
Finans
Alış Satış
EUR YTL YTL
USD YTL YTL
Spiritüalist