Aygır'da kaçamak çiçeği olup açmak

30 Ağustos 2010 08:52 / 1300 kez okundu!

 


Kendime iyilik, ruhuma da güzellik diyerek yola çıkıyoruz. Bu yolculuğun bize sıradan bir gezintiden daha fazlasını bahşedeceğini bilerek… Biliyoruz ama cabası olarak, iş yoğunluğundan bunalan kalplerimize şifa, ekşimeye yüz tutmuş ruhlarımıza deva olacağını kestiremiyoruz henüz. 

Yıllar yılı güçlükle kat etmeye alıştığımız bozuk satıhlı yolun nihayet asfaltlanmış olmasının verdiği tatlı şaşkınlıkla Erciş’i gerimizde bırakıp Adilcevaz’a giriş yapıyoruz. Cevizin şehri dingin. Karşıda güneşle yıkanmış gibi duran dağın dibine kurulu caddede tatlı bir akşamüstü telaşesi hüküm sürüyor. 

İstikametimiz Aygır Gölü. Yolu bulmakta zorlanıyoruz ilkin. Büyük kayayı bulsak gerisi kolay diyor yol arkadaşlarım. İş onu bulmakta zaten. Sözü edilen bu kaya, göle çıkan yolun tam ağzında bulunuyor zira. Nihayetinde sora sora kayayı bulup hizasından yeni yola sapıyoruz. 

Sakin bir köye bakıyor şimdi gözlerimiz. Göle doğru giden bu asfalt, köy içinde iyice daralmış şekilde uzayıp gidiyor. Her iki tarafına serpilmiş kocaman bahçeli, sessiz evler ağaçların gölgeleri arasından naif bir gülümsemeyle karşılıyorlar bizi. Yol ağzına dikilmiş bir evin kapısından bir delikanlı selam duruyor bize. Köy suskun. Zaman durmuş gibi. Az sonra ağaç dallarının yolu iyice kapattığı dar ve sevimli bir hıyabandan geçiyor ve etraftaki bitkilerden şimdiye dek hiç tatmadığımız hoşlukta bir koku yayıldığını ancak o zaman fark ediyoruz. 

Nihayet Aygır, dingin bir duruşla buluştuğumuzu fısıldıyor bize. Gölün etrafını sarmalamış olan yolu da kat ederek küçük, şirin bir restorana varıyoruz. Göl ağzına kurulmuş tek tesis bu. Tesis sahibi Alpaslan usta tarafından karşılanıyor ve saatler iftar vaktinin yaklaştığını haber verdiğinden balık siparişi verip uzaklaşıyoruz oradan. Yol arkadaşlarım yarım saatlik süreyi muhteşem bir manzara seyriyle değerlendirmeyi vaad ediyorlar. Merak doluyum. Gölü çevreleyen yolu kat etmeye devam etmek üzere yeniden biniyoruz arabaya. Bu kısım, gölden hafif uzaklaşarak gitgide yükselen toprak bir yoldan ibaret. Bu yokuşlu yolun asfalt olmayışı aracınızın oldukça yetenekli oluşunu gerekli kılıyor, aksi halde yarı yolda kalmanız muhtemel. Neyse ki arabamız bize hayal kırıklığı yaşatmıyor. Yokuşu geçip düzlüğe vardığımızda güneşi, iyice çekilmiş halde ufka son kızıllığını da teslim edip veda etmeye hazırlanırken buluyoruz. Hafif bir rüzgâr var. Etraf dağ, etraf boşluk… Fakat dikkatle bakınca öyle değil. Ve bize de etrafımızda birkaç kez dönüp manzaranın görünen kısmını keşfetmekten başka şey kalmıyor. Buralarda belki de başka hiçbir noktadan tanıklık edemeyeceğimiz bir görüntüyle başbaşayız şimdi. Suskunsu bir şaşkınlıkla Aygır yalnız değilmiş diye mırıldanıyorum. Göl coğrafyasının üç nazlı gelini uzaklardan sessizce, kımıldamadan hoş geldin diyorlar bize. İşte ordalar: Arin, Aygır ve Van Gölü. Solda selam duran Arın, karşı Van Gölü ve sağda Aygır, sonsuzluğa sevdalı halleriyle maviye doyuruyorlar bizi. 

Bu eşsiz seyirden iyice keyif aldıktan sonra yokuşu dikkatle inip tesise varıyoruz. Cam duvarlarla çevrili restoran, harikulade göl manzarası eşliğinde yemek yemeye imkân tanıyacak şekilde sadelikle döşenmiş. En köşeye kurulu masaya geçip beklemeye koyuluyoruz. Biraz açlık, ham susuzluk ve üzerine iftarın o son dakikalara denk gelen tatlı telaşesi bünyeyi sarmışken doğanın gizil güzelliklerini yudumlamaya başlıyoruz. Az sonra ezan sesinin duyulmasıyla ustanın kendi hazırladığı alabalıkları ve eşinin elinden çıkma patates köftesini midelerimize armağan ediyoruz. Buraya ziyaretiniz bir hafta sonuna denk gelirse coşkulu bir kalabalıkla karşılaşmanız mümkün. Fakat hafta içini tercih edenlerdenseniz muhtemelen yalnızsınızdır yahut yan masada bulunan üç-beş kişilik bir aile eşlik ediyordur size. İşte o suskunsu dakikalar eşliğinde bütün gün aç kalmış olan mideleriniz hareketlenmeye başlarken, ruhunuzun gitgide dingin bir huzura doğru yol aldığını fark edersiniz. 


Yemek faslından sonra sırtlarımıza birer hırka geçirip dışarı çıkıyoruz. Kapının hemen dibine, çimenlerin üzerine kurulu masaya geçip ayaklarımızı uzatarak serin akşam rüzgârı eşliğinde semaver çayının lezzetine varıyoruz. Aygır’ın suları ölgün. Karşı tepenin üzerinden gülümseyen ay, ışığını bütün cömertliğiyle sunuyor yakamoz sevdalısı Aygır’a. Işık parçacıklarının suyla buluştuğu noktalar şiir gibi. Derken bir telefon sesi… Şebekelerin burada pek nadir çektiğinin farkındalığıyla çalan telefonun kime ait olduğunun merakı sarıyor bizi. Tesis sahibine gelen ileti, Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden bir grup akademisyenin aileleriyle kamp yapmaya geleceğini haber veriyor. Restoranın yan tarafına bu tür durumlarda müşteri ağırlamak üzere inşa edilmiş oda, böylelikle birazdan gelecek olan konuklarını ağırlamak için hazırlanmaya başlıyor. Bizler bardaklardaki son yudumları da tükettikten sonra 40-50 metre uzaklıktaki öteki kamp alanına geçip göl seyrine devam ediyoruz Yılların tanığı koca gövdeli ağaçların altında göl kurbağalarının başlattığı kısık ezgiyi dinliyoruz. Arada bir cırcır böcekleri eşlik ediyor ezgiye. Her biri, önceden belirlenmiş manevi bir senfonide sıralarını bekler gibi, vakit geldiğinde en hevesli halleriyle notalandırıyorlar doğanın içliliğini. Yüreklerinizin en gizil köşelerinden bir şeylerin koptuğunu hissediyorsunuz. Doğaya lirik bir şiir, hayata Bediüzzaman’ca, Mevlana’ca bir bakış gibi… İyi ki gelmişim cümlesi iç sessizliğinizi iyice bozuyor. 

Dertken, günlük yaşamın anlamsızlıklarından ve koşturmacasından tamamen sıyrılmış halde içe dönüyor ve adeta birer kaçamak çiçeği olup açıveriyorsunuz Aygır’ın yarı baygın efsunlu iklimine…

Gülşen Çağan
www.ercisnet.com
31.08.2010

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
       Facebook'ta Paylaş       
Yorumlar
13 Kasım 2010 13:39

LAL_LAL

        
 YIL 1994, benim müzik yıllarımın en verimli zamanları... Yine bir köy düğünü. Ben ve arkadaşlarım Adilcevaz'ın bir köyüne gidiyoruz. Adı, Aygır Göl. Doğrusu sıkıla sıkıla yola çıkmıştım. Akşam karanlığı bastırırken göl kenarındaki stabilize bir yoldan ilerliyoruz. Taş binaların olduğu 16 hane ev, bir okul, bir camii ve bizi karşılayan bakımlı bir o kadarda düzgün istanbul türkçesi ile hoş geldiniz diyen  tatlı ve bir okadar sevecen çocuklar... Misafir perver insanlar.
Daha gelmeden ilk anda düşündüklerimden pişmanlık duymuştum. Muhteşem bir göl! Köy sakinlerinden sevgili Selami Bey bize rehberlik yapmış, Aygır Gölünü ve çevresini tanıtmış, bizi evinde bir gece misafir etmişti. Unutmayacağım muhteşem bir manzaraydı. O harikulede doğa harikası gölün havasını yaşamıştım .

Şimdi, sevgili Gülşen Çağan bu yazınızla 16 yıl önce yaşadığım o güzellikleri bana hatırlattınız;  beni o günlere yeniden götürdünüz.
Aygır Gölü bu kadar güzel anlatacak biri varsa o da sizsiniz; buna emin olunuz.  

Siz çok yaşayın tebrikler...                                                                                                                      

Özcan Avcıbaşı  (LÂL)              
                                                                                                                                                            
07 Eylül 2010 09:33

Dilem Rana GÜNAY

EYYÜP ALTUN BEY'E: Değerli yorumunuzdan ötürü çok teşekkürler. Her işi erbabı yapmalı. Yazmak sizin gibi işin ehli insanların eylemi. Sözünü ettiğiniz ciddi yazın türlerine  cüret edebilmem için öncelikle biraz daha biriktirmem ve her şeyden önce çok okumam gerekiyor. Ayrıca dingin bir ruh hali ve zaman lazım.    FİKRİ KAYA BEY'E: Çok teşekkür ederim. Beğenileriniz benim için önemli. Eleştiri ve beğenileriniz ışığında daha güzeline kımıldama cesareti kazanıyor kalemim...  Sizin sözünü ettiğiniz üzere ercisnet.com ailesi olarak burada yayımlanmış çalışmalarımızdan bir kitap yapma projemiz zaten vardı. Umuyorum ki hep birlikte hayata geçirebilecek ve böylelikle başarılarımızı pekiştirmiş olacağız. Ercisnet olarak bunu hakediyoruz.  İzmit'e sevgiyle... GÜLŞEN ÇAĞAN.
02 Eylül 2010 01:34

fkaya65

Harika bir değerlendirme olmuş...Kelimelerin akıcılığı ile satırlar arasından kayarken, bu yazıların bir kitapla sonlanmasını düşünüyordum ki Eyyüp bey'in de isteği ile birleştim. Yüreğinizin derinliğinin yansıdığı ellerinize sağlık. Ama, bu yazılarınız mutlaka kitapla sonlanmalı Gülşen hanım...Hayırlı ramazanlar....Fikri Kaya/İzmit
31 Ağustos 2010 03:48

eyyüp

"Yokuşu geçip düzlüğe vardığımızda güneşi, iyice çekilmiş halde ufka son kızıllığını da teslim edip veda etmeye hazırlanırken buluyoruz." ya da "Karşıda güneşle yıkanmış gibi duran dağın dibine kurulu caddede tatlı bir akşamüstü telaşesi hüküm sürüyor. " Bu satırlar ve daha niceleri usta bir kalemşorun işi olabilir ancak diye düşünüyorum. Bu dille, bu betilemelerle nice romanlar ve öyküler yazılabilir kimbilir?  Hiç beklemeden hemen şimdi, bilgisayarda bir sayfa açmalı ve ilk satırlar düşülmeli! Artık ciddi şeyler yazma zamanı gelmedi mi? Siz ne dersiniz?
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Editör
Konuk Defteri
Üye İstatistikleri
Son Üye Nihat
Toplam 383 Üye
Son Fotoğraf
ercişte gece 5-18 Aralık İst. Tepe Nautilus Alış Veriş Merkezi Ulupamir el sanatları 19 Eylül Ahtamara Ayini 5-18 Aralık İst. Tepe Nautilus Alış Veriş Merkezi Patikler - İsmet Tuınç Köy öğretmeni Erdem ipek ve öğrencileri Halil Emrah Macit
Finans
Alış Satış
EUR YTL YTL
USD YTL YTL
Spiritüalist