İlker Başbuğ tutuklandı: Yetmez Ama Evet!

06 Ocak 2012 15:37 / 1649 kez okundu!

 


Eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ'un 06-01-2012 tarihinde tutuklanması, demokratikleşme yolunda büyük bir adımdır. İlerde çocuklarımıza anlatabiliriz, "ben o günü anımsıyorum..." diye. İlker Başbuğ, sanırım ordunun tüm günahlarının 'son cahil cesaretli temsilcisi' olarak tutuklandı. Umarım onun umurunda olmayan "adil yargı" ona da uygulanır.

"Ordu ülkeyi yordu" diye bir slogan vardı bir zamanlar, gerçekten de öyleydi. Düşünsenize, 4 darbe, bir sürü darbe girişimi, bir sürü darbe planı, yol geçen hanına dönen cephanelikler, orada burada ele geçen "boru"lar, ıslak imzalı belgeler... İnternet andıçları, medya brifingleri yoluyla medyayı kukla gibi oynatmalar...
Ordunun ülkeyi yorma karnesi pek parlak, say say bitmez. Biz özete devam edelim... PKK'nın derin unsurlarıyla ve İsrail'le barışçı olmayan şeytani işbirlikleri; yerine göre Aczmendileri kullanma, yerine göre Hizbullahlar üretme, yönetme, çökertme; Ege'deki adayı kardaklama, Kardak'tan yararlanma, "muhteşem" 6-7 Eylülleri planlama... Bu ordu ülkeyi gerçekten yormuş, insan sıralarken bile bunalıma girebilir.
Geçmişte 33 günahsız köylüyü öldürme, öldüren generalin ismini oraya buraya ama özellikle köylülerin öldüğü yerde bir kışlaya verme... Üstelik bu isimlendirmeyi, indirmek istediği hükümet zamanında onun da inadına yaparak bir taşla bir kaç kuş vurmayı amaçlama... Bazıları "ama bu isim zaten AKP zamanında verilmişti, o zaman neden engellemediler de şimdi kaldırıyormuş gibi yaparak kahramanlık taslıyorlar?" diyerek bu kışlanın adını bir iki ay önce değiştirten AKP hükümetine hala buradan vurma denemesi yapıyor. Bu sözler, bunu diyen muhalefetin neden hiç iktidar olamayacağının adeta kanıtı değil mi?

Bu tutuklama Türkiye tarihinde bir ilktir

Bu tutuklamanın geleceği belliydi. Bundan önce bir sürü "ilk" sırayla yaşanmıştı çünkü. Ordu üst düzey mensupları, kuvvet komutanları, emekli ya da muvazzaf bakılmadan tutuklanıyordu. Hem ülke hem de galiba ordu, tüm cumhuriyet tarihini kapsayan "ordu vesayet"inden yorulmuş gibiydi. Ordu büyük hatalar yapmaya devam ediyordu. Eskiden bunlara hiç ses çıkmamasının, kendilerine pervasızlık bulaştırmış olması doğaldı. Fazla gizlenmeden aleni dolaplar çevirmeye alışmış ordunun bu yorgunluğu onu daha da hataya zorladı. Ülkemizde darbe çağının geçtiğini görememe hastalığı sayılan tavuk karasına bulaşmasından, sivillerin (özellikle Genç Siviller'in) diline düşmesinden belliydi bu yorgunluk.

Ordu, yargı, bürokrasi oligarşisinin oluşturduğu vesayetin rehaveti nedeniyle, ordu askercilik oynamak ile darbeciliği karıştırmıştı. Giderek mesleği ile ilgili işleri kötü, meslek dışına çıktığı işleri daha da kötü yapar oldu.
Yoksa Kıbrıs harekatında kendi gemimizi neden bombalayalım? Zavallı yeni asker gençleri askere değil de korumasız olarak, PKK ile danışıklı döğüş olduğu artık ortaya çıkmış biçimde neden ölüme yollayalım?
İstihbarat varken bile karakol baskınlarını neden engellemeyelim? Heron'ların istihbaratını bile neden şike konusu yapalım? Tam baskınlar sırasında subaylar nasıl olur da hep karakol dışında, düğünde olur? Niye olanların çoğu 20-21 yaşındaki gençlere olur? Yoksa toptan alınıp satıldıklarından mı değerleri azdır? Yoksa pek bir laik olan ordumuz, onların toptan ve rahat alım satımını kolaylaştırabilmek için mi "şehitlik müessesesini" burada pek bir iştahla devreye sokmuştur? "Peygamber Ocağı", "Mehmetçik" edebiyatıyla kendi kirli savaşlarına ses çıkarılmamasını şimdiye dek sağlamış olmak, değişen Dünya ve değişen Türkiye'yi okumakta ordunun gözüne örtü olmuştur.
Hrant'ın katlinden tut Ağca'nın kaçırılmasına, Uğur Mumcu'nun ölümüne dek bir sürü olayda iz bırakan ordu acaba bu korkusuzluğu bizim kendisine verdiğimiz açık çekten mi alıyordu? İyi niyetimizi kötüye mi kullanıyordu, ordu ülkeyi bundan mı yordu acaba?
İşte ordu, orducular ve ülkedeki, dünyadaki değişimlere vesayet düzeninin normlarıyla bakanlar bu nedenlerle belki, bu gerçeklerle bizi cesur biçimde yüzleştirenlere kızdılar.

Medyanın yüz akı sayılabilecek Taraf gazetesine; vicdanının pusulasıyla yol arayan "Bilge Katır" Ahmet Altan'a bu süreçte ne kadar şey borçlu olduğumuzu giderek daha iyi anlayacağız. "Keşke o zaman Taraf'a kızmayı bırakıp tutarlı eleştiri özeleştiri yapsaydık" diyenlerin sayısı orduda bile artmaya başladığına göre artık daha da umutlu olunabilir. Yoksa öfke baldan hala tatlı mı?

Demokrasi mücadelesi yolunun kolay olmadığını bilge katırların yaraları bize hep gösteriyor. Bu mücadeleye katılmak yerine oturduğumuz rahat koltuklarda, demokrasi çabasında olanları topa tutmayı neden sürdürelim? Yara almış ideallerimizi kötü ambalajlarla yeniden piyasaya sürme çabasına bir yerde hüzünlü bir saygı duyabilir insan. Yeter ki halkın içinde gerçek bir demokrasi savaşımı içinde olanlara hain muamelesi yapmasınlar. DSİP'ten EDP'ye, BDP'den CHP içindeki cesur ve dürüst insanlara ve tek tek demokratlara teşekkür borçlu bu ülke. Çünkü onlar kimi zaman "Hayır" kimi zaman "boykot" ama çoğunlukla "bu yetmez, daha da ileri gidilmeli" diyerek gerçek bir çaba içinde oldular. Kendi aralarında zaman zaman yaşadıkları tartışmalar elbette doğaldı, hatta yer yer ilerleticiydi.
Şimdi bu yeni durumda saflar yeniden oluşacak kartlar yeniden dağıtılacak. Sorun buradan safları sıklaştırıp çıkabilmekte.

Yetmez Ama Evet

Ülkenin sahiden demokratikleşmesi için darbeciliğin kökünün kazınması gerekiyor. 12 Eylülcülere dokunulacak elbette, sıra Susurluk'çulara, 28 Şubat'çılara gelecek... Ordu ve onun vesayeti, o vesayete destek olanlar, o vesayeti bir türlü fark edemeyenler, ülkeyi de temiz eller savcılarını da gerçekten yordu.
Savcılar da usta oyuncuymuş doğrusu. Bakalım bu politik satranç oyununu sonuna dek götürebilecekler mi? Ne de olsa işi daha ileri götürmeden bir yerlerde yeni bir vesayete bağlama hesabı yapanlar var. Bu hesap var diye şu ana kadar olanları yok mu sayacağız, yoksa bu olanlar daha ileri gitmek için bir basamak mı olacak? Bu biraz da bu sürece aktif biçimde katılanların gücüne, politik zekasına, hükümete genel destek veren kesimleri inandırmasına ve onların güvenini kazanmasına bağlı. Uludere katliamında, Hrant cinayetinde, Ergenekon davasında, Alevi ve Kürt meselelerinde AKP saflarında başlayan tartışmalar ve uç veren farklılıklarda her şeye "Hayır" diyenlerin mi, yoksa "Yetmez ama Evet" yaklaşımının mı payı büyüktür? Bu da kırıp dökmeden tartışılmaya değer bir konu.

Son söz

Şimdilik tarihi bir adım daha geldi ve Başbuğ içerde. Yetmez ama evet!
Ordu, daha küçük, daha disiplinli, daha iyi organize olmuş, kendini ülkenin sahibi sanmayan, sivillerin denetimine girmiş bir ordu olmalı.
En azından AB'nin hukuksal normlarını kabullenmiş, muz cumhuriyetinde imiş gibi davranmayan bir ordu gerekli.
Darbeci, muhtıracı olmayan, politikaya karışmayıp, kendi işini iyi yapan bir ordu isteyenler, bugün daha umutlu.
Ordu artık ülkeyi yoramasın.


İlhami MISIRLIOĞLU

imisirlio@gmail.com

06.01.2012

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
       Facebook'ta Paylaş       
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Editör
Konuk Defteri
Üye İstatistikleri
Son Üye Nihat
Toplam 383 Üye
Son Fotoğraf
en cok sevinen yine cocuklar oldu 23.10.2011 Erciş Depremi İ.Tunç Ulupamir el sanatları ercişte kara kış Ulupamir el sanatları küçük şelale 23.10.2011 Erciş Depremi İ.Tunç van kalesi Gülşen Çağan- Ay Sevdası/Anya Halil Emrah Macit
Finans
Alış Satış
EUR YTL YTL
USD YTL YTL
Spiritüalist