Hawara Kîmya Baran: Halepçe

17 Mart 2012 15:53 / 2242 kez okundu!

 


Dün Halepçe Katliamı'nın yıldönümüydü... 16 Mart 1988'de Saddam'ın komutanlarından Kimyasal Ali'nin emriyle zehirli gaz taşıyan uçaklar Halepçe'yi bombardımana tutmuş ve genç, yaşlı, kadın, erkek on bine yakın (belki de daha fazla) insanı katletmişlerdi... Dahası onbinlercesi sakat kalan ve hayata eksik başlayan bir nesil... Halepçe için felaket kelimesi özürlü kalır. Oysa Hiroşima'dan geri kalmayan bu katliamı kaçımız biliyoruz?

Büyüklere sorsanız fillerin tepişmesinde ezilen çimenlerdir, Halepçeliler ve pek de mühim değillerdir. Halepçe katliamının hafızalarda yer etmemesinin ve bütün dünyanın bu katliam karşısında üç maymunu oynamasının bir anlamı vardı elbette... Uzatmayacağım; katledilenler Kürt olduğu için!

Mehrdad R. Izady, "Kürtler" isimli kitabının önsözünde Kürtlerin yaşadığı her coğrafyada onlara sahte kimlikler yaratılıp ya da doğrudan kimlikleri inkar edilip kafalarının karıştırılmak istendiğini söyler. Bu iddiasını da şöyle ispat eder: "Bugüne kadar dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir müzede tek bir arkeolojik objenin, tek bir
kırık ok başlığının, bir çömlek parçasının veya bir mozaik tanesinin bile "Kürt" olarak tanımlanmamış olması son derece şaşırtıcı ve düşündürücüdür. Kolomb öncesi Kuzey Amerika'nın, Avustralya'nın, Pasifik Adaları'nın ve Afrika'nın taş-çağı kültürleri de dahil olmak üzere, dünyadaki tüm diğer etnografik gruplar için müzelerde el yapımı sanat eserlerinin tanımlanmış olduğu olgusunu dikkate aldığımızda, Kürtlerin bu şekilde göz ardı edilmesi daha çarpıcı hale gelmektedir."

Dünyanın inkarı noktasında elbirliği ettiği bir milletin yok edilmesi karşısında "ölüm sessizliğine" bürünmesi şaşırtıcı olmasa gerek...

Daha düne kadar "üç tarafı denizlerle dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülke" olduğumuzdan Türkiyelilerin Halepçe'yi bilmiyor olmasına bir anlam verilebilir, ama bugün belki Halepçe'yi keşfe çıkabiliriz... Üstelik Halepçe'yi keşfetmede, deniz feneri olacak Halepçe'yle özdeşleşmiş bir ozanımız var ve ben bugün bir kerecik olsun Halepçe'yi ondan dinlemenizi isteyeceğim, Şivan Perwer'den...

'Kürtlerin üzerine ateş yağarken ben duramazdım. Bu felaket başka milletlerin başına gelseydi de aynı şarkıyı yapardım. Zulüm her yerde, herkes için kötüdür. Zulme karşı duramıyorsak iyi değilizdir artık.' diyen Halepçe'yle özdeşleşmiş ozanın hikayesini de Bejan Matur'dan dinleyelim...

"Bir türkü değil, insanların uğradığı gazaba bir tepki, bir haykırıştır. 'Kimse duymuyor mu?' diyen çaresiz bir ihtiyarın sesidir. 'Benim gözümde Halepçe türküsünde konuşturduğum yaşlı adam, Kürt halkının kendisidir.' Halepçe'yi prova yapmadan, içinden gelerek, ağlayarak okur. Ağlamaları da içinde olsun ister. Bitince biraz rahat etmek için soluklanır. Hâlâ o anı yaşıyormuş gibi... 'Bir etki bekliyordum ama bu kadarını ben de tahmin edemezdim.' Halepçe'yle özdeşleşir.

Saddam döneminde Kuzey Irak Kürtleri için neredeyse mitolojik bir figüre dönüşür. Narkoz olmadığı için çaresizlik içinde bekleyen arkadaşlarına 'Bana Halepçe ağıtını dinletin, Şivan'ın sesi benim acımı unutturur.' diyen peşmergelerin hikayeleri anlatılır... Şivan'ın sesinin Kürtlere acılarını unutturduğunun Saddam Hüseyin dahi farkındadır. Şivan için 'sakallı çoban' tabirini kullanan Saddam sitem ve hayretle; 'Kürtleri öldürüyorum, işkence ediyorum, zindanlarda çürütüyorum ama o sakallı çoban bir türkü söylüyor ve yeniden ayağa kalkıyorlar' der. Şivan'ın sesinden Halepçe'yi bir kez dinleyenler bu sözlerin ne anlama geldiğini bilir. Halepçe büyük bir ağıttır. Sadece Halepçe'de yaşananları değil, Kürtlerin bütün tarihleri boyunca yaşadığı acıları uyandırır. Bir varoluş çığlığıdır. 'Benim müziğim bir çığlıktır' diyor.

Onun müziğiyle ayağa kalkan herkes bir can borcu duygusuyla Şivan'ı sahiplenir. Tanığıyım, Erbil'de görüştüğümüzde, Erbil sokaklarında Şivan'ı görüp küçük çocuğunun başını okşasın diye yalvaran kadınlar gördüm. Belli ki onu bir evliya gibi görüyorlar. Saddam'ın zulmü altında yok olmaya zorlandıkları yıllarda onlara güç veren sesin sahibine sonsuz hürmet duyuyorlar. Mesut Barzani ile yürürken insanların Barzani'den çok Şivan'a teveccüh etmesi biraz da böyle okunmalı." (Bejan Matur, Zaman, 19 Nisan 2009)

Dilini, sözlerini anlayın anlamayın fark etmez; bu ağıt sizi Halepçe katliamından geriye kalan 'ölüler müzesi'nde dolaştırır. Vicdanınız dizlerini döver...


Halepçe'yi keşfetmek zorundayız, keşfedemediğimiz için tekerrür ededuruyor Halepçeler... Şivan'ın ağıdını dinlemenin Halepçe'yi keşfe giden yolda ışığımız olacağına inanıyorum, benim keşfim öyle başladığındandır belki...

Bitirirken; Saddam'ın emriyle Halepçe Kürtlerinin başına ölüm olup yağan kimyasal silahların, kimler tarafından Saddam'a verildiğini ve Irak'a hangi güzergahtan geçtiğini biliyor muydunuz?

(başlıktaki ifadenin Türkçe karşılığı, Kimya Yağmuru'nun Ağıdı: Halepçe)

Reha Ruahavioğlu

Şivan - Halepçe

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
       Facebook'ta Paylaş       
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Editör
Konuk Defteri
Üye İstatistikleri
Son Üye Nihat
Toplam 383 Üye
Son Fotoğraf
BURSADA `Kİ ERCİŞLİ`LER 2010 PİKNİK ŞÖLENİ Ernis Anadolu Lisesi NURETTİN BARAN İZZET BATMAZ NAZIM ALDEŞEN VE ŞAHİN Mustafa VAROL Fotoğrafın bir tür öyküsü sivas- i.tunç Erciş'te dengbejlik için güzel haber Halil Emrah Macit
Finans
Alış Satış
EUR YTL YTL
USD YTL YTL
Spiritüalist