Darbeler mi daha kötü medenileştirme süreçleri mi?

29 Mart 2012 09:10 / 1512 kez okundu!

 

Darbeler mi daha kötü medenileştirme süreçleri mi?


"Şiddeti artık ayyuka çıktığı için gizlenemeyen darbe dönemlerinden ziyade derindeki kesintisiz medenileştirme süreci insanın, eşyanın ve evrenin ruhuna aykırı olduğundan toplumun bütün kesimlerinde bir iki yüzlülüğe sebep olmuştur."

Medeniyet biraz da tabiata müdahale etmektir. Kabul. Akarsuyun akışını belki tersine çevirmek değildir, ama başını alıp gitmesine de müsaade etmemektir. Tarlada, bağda bahçede kullanmak üzere sulama yöntemleri geliştirmek, barajlar kurup elektrik üretmek bu müdahaleyi özetleyen medeni adımlardır mesela. Ve insanın yeryüzündeki varlığını anlamlı kılan da bu tür müdahaleleridir. Ama suyun akışını tersine çevirmek, işte bu, imkansız olduğu kadar tabiata yönelik yıkıcı bir müdahaledir. Bu da kabul. Fakat öte yanda yeryüzünde bazı toplulukların tabiata müdahale namına yapabildikleri tek şey, söz gelimi bir akarsuyun içindeki balıkları avlamak, tarlasını, bağını bahçesini ve hayvanlarını sulamak düzeyindedir.


Modern zamanlara kadar genelde İslam aleminde, özelde de Türkiye’de uzun zamandan beri deyim yerindeyse doğal bir yaşam sürüyordu ve yüzyıllardır taş üstüne taş konulmuş değildi. Müslümanlarla birlikte dünyanın geri kalanı karşılarında göz kamaştırıcı Batı medeniyetini gördüklerinde kendi güçsüzlüklerini, yoksulluklarını, yoksunluklarını da fark ettiler. Hem kendilerinin farkına vardılar, hem de batının tabiata müdahalesini öğrendiler. Kendi müdahale düzeylerinin ilkelliğini fark ettiler. Türkiye’de cumhuriyete gelene kadar yaklaşık yüz yıl bu bağlamdaki tartışmalarla geçti. Sonunda toplumun hemen herkesimi, sosyal hayatın yukarıdan bir müdahaleyle verimli, dinamik ve üretken hale getirilmesi hususunda fikir birliğine vardı. Felsefi ayrılıklar, yöntem farklılıkları bu müdahalenin şekliyle irtibatlıydı. Derken sonraları “toplumsal mühendislik” diye formüle edilen tutum egemen oldu ve Türkiye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

10 yılda bir balans ayarı

Sert ve etkili bir müdahale söz konusuydu, ama bu müdahale tabiatın amacı doğrultusunda gelişmiyordu. Türkiye’de durağan da olsa, yeni durumlara uyum kabiliyetini yitirmiş de olsa varlığın amacına uygun şekillenmiş bin yılları bulan bir geçmişe sahip sağlam bir gelenek de vardı. Tabiata, sosyal hayata müdahalenin şekli hususunda entelektüel düzeyde yürütülen mücadele yerini, bu mücadeleyi kazanmış iktidar erki ile bu topraklara kök salmış gelenek arasındaki mücadele aldı. İşte 27 Mayıs’ından, 12 Mart’ına, 12 Eylül’üne ve en son da 28 Şubat’ına kadar literatürümüze giren süreçler bu mücadelenin yüzeydeki görüntülerinden ibarettir.

Türkiye’de okumuş yazmış kesimler, haber değeri taşıdığından olsa gerektir dikkatlerini hep sözünü ettiğimiz bu süreçlerin başlayıp bitişleri üzerinde yoğunlaştırırlar ve bu süreçlerin ortaya çıkmasına zemin oluşturan derindeki kesintisiz süreci göz ardı ederler. Türkiye’deki sıkıntılar on yılda bir konjonktürel olarak devreye sokulan darbe süreçleriyle ilgili değildir. Asıl sıkıntı ve aslında asıl mücadele derindeki süreçle ilgilidir. Gelenekle jakoben müdahale tarafları arasında yürümektedir. Konjonktürel süreçlerde olup bitense toplumsal kesimlerden birinin derin süreçle irtibatlı olarak oluşturulan dengeyi bozacak şekilde güçlenmesinin önlenmesi amacıyla üst yapı bağlamında atılan adımlardır. Tabi genelde elit kesimi etkilediği için de gürültüsü fazla olmaktadır. Oysa bu süreçlerin öncesinde, esnasında ve sonrasında halkın hayatında pek de bir şey değişmemektedir.

Rahmetli dedem ikinci eşini alır. Cumhuriyetin ilk yıllarıdır. Muhbir vatandaşlardan biri başka bir köydeki karakola duyurur. Bir gün iki jandarma kapıya dayanır. Dedemi götürmeye gelmişler. Seni karakola götürmeye geldik, hakkında şikayet var derler. Dedem buyurun gidelim der. Böyle olmaz, bize at bulman lazım, bu kadar yolu yaya geldik, yorulduk. Dedem atım yok der. O zaman bizi sırtında taşıyacaksın, derler. Sırayla beş altı km.lik yolu dedemin sırtına binerek giderler. Sabaha kadar nezarethanede döverler. İkinci eş almak devrim kanunlarına aykırıydı. Dedem her vesileyle o günleri anlatırdı ve neneni boşamamı istediler ama yapmadım derdi.

Babam anlatıyor. Kırklı yıllarda annem bana yünden bir fes örmüştü. Yol üstündeki tarlada babamın biçtiği otları topluyordum. Karakolun bulunduğu köyden birkaç jandarma köyümüze doğru geliyorlardı. Yanımdan geçerlerken biri beni çağırdı. Başımdaki fesi aldı. Bir tarafını bana tutturdu, sonra kasatura ile ikiye biçti. Fes giymek Devrim Kanunları’na aykırıydı. Akşam anneme götürdüm iğne iplik alıp yeniden dikti.

Köyde başka ilçede başka

Altmışlı yıllardı. Bizim köyün camisi aynı zamanda medrese işlevini görüyordu. Arabi ilimler, fıkıh, hadis, tefsir, mantık, felsefe dersleri okutulurdu. Medreseye yeni başladığım günlerdi. Bir gün talebelerin telaşla sağa sola koşuşturduklarını, bir şeyleri saklamaya çalıştıklarını gördüm. Sonra aşağı dereye doğru çuvallara doldurdukları kitaplarıyla kaçmaya başladılar. Biz de evlerimize dönüp kitaplarımızı sakladık. Muhtarın evine jandarmalar gelmişti. Muhtar gizlice haber göndermiş talebeler saklansın diye. Dini eğitim almak devrim kanunlarına aykırıydı. Bu tür baskınlar bir kaç kere daha tekrar etti. Ama o camide medrese eğitimi de devam etti.

Çocukluğumdan ilk gençlik yıllarıma kadar tanık olduğum ama bir anlam veremediğim bir olay da ilçeye gidilince tekrarlanırdı. Köylüler büyük oranda geleneksel Kürt kıyafetleri “şal û şapik” veya şalvar ve yelek giyer başlarında da poşi olurdu. Ama ilçeye gidilirken heybelerinde bir şapka bulunurdu. İlçeye yaklaşıldığında poşiler çıkarılır şapkalar giyilirdi. Herkesin şapkası da olmazdı. Şapkası olup o gün ilçeye gitmeyen birinden ödünç alınırdı çoğu zaman. Akşam dönülürken ilçenin çıkışında yeniden poşiler giyilir şapkalar heybelere yerleştirilirdi.

Şehirler arası otobüslerle seyahat edilirken de benzer bir manzara ile karşılaşırdık. Memleketten yola çıkarken şoför genellikle Kürtçe kasetler atardı teybe. Malatya’yı geçtikten sonra kasetler çıkarılır, yerine Türkçe kasetler atılırdı. İstanbul’dan memlekete gidiyordum. Seksenli yıllardı. İstanbul’dan yola çıktık ve Teyp’ten Türkçe türküler şarkılar eşliğinde yol aldık. Sivas-Gürün dolaylarına vardığımızda, şoför artık kendini evinde hissetmiş olacak ki, o zamanlar galiba sanatçı Beşir Kaya’nın yeni çıkan ve içinde bir iki Kürtçe şarkıya da yer verdiği kasetini attı teybe. Bir anda otobüste bir hareketlenme oldu, bütün eller aynı yerden komut almış gibi koltukların hizasında tavandaki ses düğmesine doğru uzandı. Yüzlerdeki memnuniyet, neşe anlatılır gibi değil.

Kazanan hep jakobenler

Üniversitede başörtüsü yasağı başladığında öğrenciydim ben de. Sınıf arkadaşlarımızdan bazı kızlar üniversitenin kapısına kadar başörtüleriyle gelir, orada başörtülerini çıkarır, ya başı açık ya da gereğinde şapka giyerek içeri girerlerdi. Bizim köylülerin ilçenin giriş çıkışında gerçekleştirdikleri poşi şapka seremonisini andırırdı.

Geçenlerde bir televizyonda Ermeni bir vatandaş konuşuyordu. Galiba asıl adı Garo’ydu. Ama yıllarca Kaya adını kullandığını söyledi. Evden çıkıncaya kadar Garo, tekrar eve girinceye kadar Kaya olarak yaşamak zorunda kalmıştı.

Ticaretle uğraşan bir akrabam İstanbul’a mal almaya gelmişti. Kendisine eşlik etmemi istedi. Bir kumaş toptancısının mağazasına girdik. Akrabamız Hayri bey diye hitap ediyordu. Bir ara gözüm vergi levhasına takıldı. Adamın adı “Haim”di. Dışarı çıktığımızda akrabamıza bunu söylediğimde hayret etti.

Şiddeti artık ayyuka çıktığı için gizlenemeyen üç beş süreçten ziyade derindeki kesintisiz süreç insanın, eşyanın ve evrenin ruhuna aykırı olduğu için toplumu medenileştirmek adına attığı bütün adımlar toplumun bütün kesimlerinde bir iki yüzlülüğe sebep olmuştur. İki kimlikli, iki dinli, iki mezhepli, iki etnikli insanların yaşadığı garip ve çelişkili bir toplum yaratmıştır.

Beri taraftan mücadelenin kazananı her zaman olduğu gibi köksüz jakoben müdahale karşısında iyice zayıflamış, kendini yeniden üretme kabiliyetini yitirmiş olsa da tabiatın, varlığın amacına uygun şekillenmiş gelenek olmuştur. Nitekim konjonktürel süreçlerin her biri de bu geleneğin gücüyle geriletilmiştir. Ama gelenek de kesintisiz derin süreci devre dışı bırakacak güçten henüz yoksundur. Geleneğimiz bu dinamizmi kazanıncaya kadar tali süreçler karşısında kazanılan başarılar nihai zafer sayılmamalıdır.

Belki babaannemin jandarmanın kasaturasıyla yırtılan fesi yeniden dikmesi mesabesinde bir teselli sayılmalıdır.

VAHDETTİN İNCE
Star / Açık Görüş
ince.vahdettin@gmail.com

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
       Facebook'ta Paylaş       
Yorumlar
19 Nisan 2012 15:06

memobey

tabi ki medenileştirme süreçleri darbesinden daha kötü... Kaleminize kuvvet...
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Editör
Konuk Defteri
Üye İstatistikleri
Son Üye Nihat
Toplam 383 Üye
Son Fotoğraf
köycük 1 bursa erçiş derneği kadınlar köfte gunu ERciş Salihi YİBO, ÖĞR. GÖST. BÜNYAMİN BALİKÇI Deprem. A. Akar el emeği göz nuru Halil Emrah Macit
Finans
Alış Satış
EUR YTL YTL
USD YTL YTL
Spiritüalist