Yeni anayasada Kürtler nasıl yer almalı?

19 Aralık 2011 07:21 / 9535 kez okundu!

 


"Anayasalar “toplumsal sözleşme” olduklarına göre toplumu oluşturan katmanları tanımak, gerçek, tarihsel köklerden kaynaklanan taleplerini bilmek bu bağlamda önem arz ediyor. Kürtlerin tanınması, bir yere oturtulması gerektiğine göre, bu, güncel siyasal arenada uçuşan konjonktürel kavramların ötesinde Kürtlerin derin tarihlerinin şekillendirdiği karakterlerine dayalı bir düzenlenme olmalıdır. "

-----------*----------

Mezopotamya’nın kadim halklarından Kürtler tarihin eski devirlerinden beri sürekli hareket halindeki sürünün peşinde son derece değişken, alabildiğine kırılgan ve nereden nasıl geleceği belli olmayan tehlikelerle kuşatılmış yarı göçebelik hayatı nedeniyle nerede nasıl davranacağı belli olmayan bir karakter edinmişler. Senenin altı ayını dağların zirvelerinde, yaylalarda, diğer altı ayını da ovada, köylerde geçirmeleri, tıpkı hayat tarzları gibi inişli çıkışlı, hırçın ve değişken bir kişilik kazandırmış onlara. Coğrafyaları da öyle değil mi zaten. Bir yanda yüksekliği beş bin metreleri bulan hırçın Agirî (Ağrı) Dağı, hemen dibinde boylu boyunca uzanan dingin Doğubayazıt ve Îdir (İğdır) ovaları. Bir yanda başı fırtınalı Sîpan (Süphan) Dağı, onun yanı başında boz bulanık Patnos Ovası, az ötede çırpıntılı Van Gölü.

Dengbêjlerin söyledikleri türkülerin yabancıları bıktıracak uzunlukta olması ve sert inişler ve çıkışlarla dalgalanması da bu yaşam tarzından ve coğrafyadan kaynaklanıyor olsa gerektir. Yarı göçebe Kürtler yakın zamanlara kadar yarı bedeviydiler anlayacağınız. Bu değişken hayat tarzından kırılganlık, değişkenlik, hatta alınganlık miras kalmıştır onlara. Kürtlerin ani öfke patlamaları çok yıkıcı olur nitekim. Bir Kürdolog, katır sırtında dağdan odun getiren bir Kürt’ün bir noktadan itibaren inatlaşarak hareket etmeyen dünyadaki tek mal varlığı katırını odunla döverek acımasızca öldürmesini, hemen oracıkta pişman olup öldürdüğü katırın başını dizine koyarak hüngür hüngür ağlamasını Kürtlerin bu naif, değişken duygularının, kırılgan karakterlerinin örneği ilginç bir anekdot olarak anlatır. Araplarınki gibi uçsuz bucaksız sonu gelmez Ümmü Gülsüm şarkılarına ilham kaynağı olan yatay ve dikey hafif kıvrımlı çöllerde biteviye süren dairesel bir göçebelik değil Kürtlerinki. Ya da orta Asya’dan belli bir hedefe kilitlenmiş disiplinli Türk göçüne de benzemez. Arapların taşları çatlatan sabırları, Türklerin en ağır şartlarda organize olabilme becerileri yanında Kürtlerin daha acul, çabucak çözülen denkleri misali dağınık olmaları bu yüzdendir. Nitekim coğrafyaları Asya ana kıtası ile küçük Asya arasında bir eşik gibidir. Eşikte oturan da, girene çıkana yol vermekten oturmaya zaman bulamaz zaten. Mesela Arapların inatçı ve sonu gelmez direnişlerine, Türklerin de savaşçılıklarına karşılık Kürtler kavgacıdırlar.

Benzerlikler farklılıklar
Bu karakterin oluştuğu yaşam tarzına ışık tutacak, Kürtlerin bu kişiliği hangi zeminden edindiğini daha somut bir şekilde gözler önüne serecek bazı gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Bildiğiniz gibi bölgede önceleri yoğun bir Ermeni nüfus da vardı. Onlara ne olduğunu da hepiniz biliyorsunuz, benim anlatmak istediğim Kürtlerin kültürel zeminlerini sergilemeye çalışırken, aynı coğrafyada yaşamalarına rağmen farklı yaşam tarzlarına sahip toplumsal kümelerin farklı kişiliklerle tebarüz edebildiklerine, dolayısıyla aynı toprak üzerinde, aynı sınırlar içinde yaşayan farklı toplumsal kümeleri aynı statülere hapsetmenin temelsizliğine de işaret etmektir bir yanda. “Ermenî û pez, Kurd û rez bihevnakevin” (Ermeni ile sürü, Kürt ile bağ-bahçe bağdaşmaz) diye bir atasözü var Kürtçede. Bunu, anlamadığı bir işe kalkışan kimseler için kullanırlar. Bizzat bizim köyde gördüklerim bu sözün pratik ve gerçek hayattaki karşılığıdır. Köyün kuzey tarafında 5-6 km uzunluğunda derin bir vadi var. Ortasında da bir dere akar. Vadinin her iki yamacında etrafları sınır mahiyetinde iğreti taş duvarlarla çevrilmiş üzüm bağları uzanır. Aslında uzanırmış demem gerekir. Çünkü şimdilerde hayvanların otladıkları boş tarlalardır. Ermenilerin bıraktıkları üzüm bağlarına nasıl bakacaklarını bilmeyen (belki de bakmayı hiç akıllarına getirmeyen) Kürtler sürülerine mera yapmakta bulmuşlar çareyi, yukarıdaki atasözünü doğrularcasına. Herkes bildiği işi yapar neticede.

Bağ bahçe işlerinde uzmanlaşan Ermeni komşularına karşılık Kürtler de hayvancılıkta uzmanlaşmışlar. Yine bir şeye hırsla atılan, aç gözlülük eden kimseler için “mîna Ermenîyê çav bi penêrê ter ketîye” (Taze peynir görmüş Ermeni gibi) derler. Aynı durum karşısında Ermeniler de “mîna Kurdê çav bi dimsê sor ketîye” (Kırmızı pekmez görmüş Kürt gibi) derlermiş. Ermeni Kürd’ün ürettiği taze peynire, Kürt de Ermeni’nin ürettiği pekmeze hasretmiş demek ki. Ya da farklı konumlar edinmiş olsalar da sosyal kümeler özgünlüklerini korurken de birbirlerinin tadı tuzu olabilirlermiş.

Benim çocukluğumda Kürtler arasında modern hayat ve modern üretim tarzı henüz etkili olmadığı için sürü, hayatın tam merkezindeki yerini hala koruyordu.

Koyunları akşamları ağıllara doldururken bir sürü sahibinin yanına “Kevanî” dediğimiz hanımını alarak ağzında kehribar ağızlığıyla cıgarasını içip gururla sürüyü izlemesi, göz ucuyla da kıskançlıktan çatladıklarını düşündüğü komşularını kollaması görülmeye değer bir manzaraydı. Koyunların yemlenme vakitleri, suya götürülmeleri, haftada bir tuz yedirilmeleri, sabaha doğru “şevîn” dediğimiz ara öğün için ağıllarından çıkarılıp yemlenmeleri asla sektirilmez, ihmal edilmezdi. Deyim yerindeyse bir “sürü yetiştirme müfredatı” söz konusuydu. Ailenin çocukları bile bu kadar itibar görmez, bu denli özenle yetiştirilmezlerdi. Çocukların üst başları, hatta sağlıkları ihmal edilir, ama koyunların günlük rutin bakımları kesinlikle ihmal edilmezdi.

Ermeniler bağ-bahçe işlerini, yerleşik hayatla önceden tanıştıkları için taş işçiliğini ne kadar detaylı ve programlı biliyorduysalar Kürtler de hayvancılığı o kadar programlı, ayrıntılı biliyorlardı.

Öte yandan tarlalarda, bahçelerde sınıra riayet etmek son derece önemli olduğu için mesela Ermeniler toplumsal ilişkilerde hadlerini o derece bilirlermiş. Buna karşılık sürü açısından sınırların önemi olmadığı için sosyal ilişkilerde sınır, Kürtler açısından hep sorun oluşturmuştur. Kürtler için bir sınırın ötesine geçmemek bir iç mekanizmadan çok dış kaynaklı güçlü bir barikatla mümkün olabilmiştir hep.

Çünkü sürü otlatırken çiğnenmeyecek hudut hemen hemen yok gibidir. Neticede Kürtler modern hayatla tanışmaya başladı, artık hayatlarının merkezinde sürü bulunmuyor. Ama geçmiş hayat tarzlarından, coğrafyalarından, tarihlerinden miras aldıkları kişiliklerini fazlasıyla boğan yeni şartlarda otoriter bir yapıda kimliklerini ifade etmenin çelişkisini, zorluğunu yaşıyorlar. Kur’an da “Kullun ye’melu ala şakiletihi” (Herkes karakterine göre hareket eder) demektedir. Ayette geçen “şakile” kelimesi bir toplumsal kümenin tarihin akışıyla birlikte edindiği karakter, kişilik anlamandadır.

Bir anlamda geçmişimizi yeni şartlarda farklı bir bedende tekrarlarız demektir bu.

“Başınız sıkıştığı zaman kabir ehline müracaat edin” anlamına gelecek bir hadis rivayet edilir. Tasavvuf çevrelerinde, “halk dindarlığı”nda şeyh, evliya türbelerinin ziyaret edilmesinin, hatta bazı durumlarda onlardan medet umulmasının mesnedi olarak gösterilen bu rivayet -sahihse eğer- bana göre, bu sorunlu uygulamadan çok, karşılaşılan herhangi bir sorunun çözümü için geçmişlerin deneyimlerinden yararlanmayı salık veriyor, dahası insana geçmişinin bir devamı olduğu fikrini telkin ediyor. “Şakile”yi gözetmeyi öneriyor. Nitekim bir düşünür de bu devamlılığı vurgulamak maksadıyla “dünyayı ölüler yönetiyor” demiş. Dünyayı ölüler bizzat yönetmiyor elbette, onlardan tevarüs etmiş kültür, onların deneyimleriyle şekillenmiş gelenek, sözlü, yazılı miras bugünümüze yön veriyor demek istiyor. Neticede insanın -doğru ya da yanlış- her şeye geçmişten bir dayanak bulma eğilimi evrensel bir olgudur. Mesela Mekke müşrikleri hayat tarzlarını savunurlarken atalarının tutumlarını gerekçe gösterirlerdi.

Buna karşılık Hz. Peygamber de Hz. İbrahim’e ve diğer peygamberlere atıfta bulunuyordu. Kendimizi tanıtırken kullandığımız vasıfların mutlaka geçmişte bir modele, bir isme, bir düşünce sistemine dayanıyor olması da bu yüzdendir. Kendimizi kökleri geçmişe dayanan bir millete, bir dine, bir mezhebe, bir ideolojiye dayandırırız. Adlarımızı bile tarihsel ya da tarihsel olmaya aday bir rol modelden alırız çoğu zaman. Türkiye ölçeğinde bakacak olursak, hepimiz ya Şafiiyiz ya Hanefiyiz ya Aleviyiz Türk’üz ya Kürt’üz. “Bir yere oturtacaksan beni, buna göre oturt” demek isteriz. Kendimizi tanıtırken kullandığımız isim, kuru ve anlamsız bir kelimeden ibaret değildir; sırtında uzun ve engin bir anlam tarihini, girift bir kültür manzumesini taşımaktadır o sözcük. Bu sembollerin işaret ettikleri anlam geçmişine göre karşılık görmeyi bekleriz ve öyle de karşılık görürüz. Çünkü şahıs olarak ‘biz’, mefhum olarak ‘biz’in muayyen bir zamana ve muayyen bir mekana yansıyan temsilcisi, mefhumun giriş kapısı gibidir. Arapçada isimler için boşuna ‘alem’ (işaret) denmemiştir. Çünkü isim, altında gizli olan anlam dünyasına, müsemmaya işaret eder. Müsemma da sadece somut görüntüden ibaret değildir. Ayette de “Sizi kavimler ve kabileler olarak yarattık ki tanışasınız” deniliyor. Bu ayet tanışmayı şahıstan öteye, daha geniş ve daha derin bir köke taşırmayı telkin eder. Tanımanın bir adım ötesi ise haklarına riayet etmektir. Kültürel kodlarımızın en belirleyicisi olan İslam anlayışından hareketle diyebiliriz ki bireyi tanıma onun şahsıyla sınırlı tutulursa, bu, eksik bir tanıma olacağı için buna dayalı olarak tanınacak haklar da yetersiz ve eksik olacaktır. Dolayısıyla muzdarip olduğumuz sorunlar olduğu gibi devam edecektir.

Mutlu Türkiye için mutlu Kürtler
Türkiye onca sorundan kurtulmanın bir yolu olarak yeni bir anayasa hazırlama sürecine girmiş bulunuyor. Anayasalar “toplumsal sözleşme” olduklarına göre toplumu oluşturan katmanları tanımak, gerçek, tarihsel köklerden kaynaklanan taleplerini bilmek bu bağlamda önem arz ediyor. Kürtlerin tanınması, bir yere oturtulması gerektiğine göre, bu, güncel siyasal arenada uçuşan konjonktürel kavramların ötesinde Kürtlerin derin tarihlerinin şekillendirdiği karakterlerine dayalı bir düzenlenme olarak düşünülmelidir. Bu anlayışla hareket edilirse, taleplere doğru cevap verme ihtimali daha yüksek olur. Dolayısıyla bir toplumsal mutabakat metni olan anayasada Kürtlerin ve diğer toplumsal kümelerin bireysel haklarından değil toplumsal haklarından söz etmek durumundayız. Ama toplumsal haklar bağlamında kulağa hoş gelen eşitlikçi bir yaklaşımın her zaman adil olmayacağına da inanırım. Bana göre adil bir yaklaşım, her toplumsal kümeye hak ettiğini vermektir. Bir babanın her biri farklı yaşlarda ve boylarda, değişik bedenlere sahip çocuklarına, eşitlik olsun diye aynı boy ve bedende elbiseler alması eşitlik olur belki ama adilce olmaz.

Bu anayasada önce Kürtlere bir statü verilmelidir ve adı ne olursa olsun bu statü kültürel kodlarımızın en belirleyicisi olan İslam’ın tanıma ve hakkını teslim etme prensibine, Kürtlerin tarih içinde edindikleri kişiliklerinin özelliklerine, diğer bir ifadeyle “şakile”lerine göre dizayn edilmelidir. Uzaktan kontrol eden güçlü bir devlet otoritesinin gölgesinde Bediüzzaman’ın deyimiyle “mutlak hürriyetin beşiği Kürdistan dağlarında” günümüzün şartlarına uygun bir yapı içinde yaşamak Kürt’ü mutlu edeceği kadar Türkiye’yi de istikrara kavuşturacaktır gibi geliyor bana. Tarihleri ve karakterleri gösteriyor ki Kürtler günlük hayatlarına fazla müdahil otoriteleri sevmiyorlar.


VAHDETTİN İNCE

ince.vahdettin@gmail.com

Son Güncelleme Tarihi: 19 Aralık 2011 07:44

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
       Facebook'ta Paylaş       
Yorumlar
19 Aralık 2011 15:09

memobey

Sayın yazarı tebrik ederim. Birikimin, birikimin özünsenmiş hali ve bu halin ustalıkla fıtri bir anlatımla aktarımı vardı. Konuya bakış açınızı ve yaklaşımınızı doğru bir perspektiften yansıma olarak görüyorum. Saygı ve muhabbet ile...
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Editör
Konuk Defteri
Üye İstatistikleri
Son Üye Nihat
Toplam 383 Üye
Son Fotoğraf
Çelebibağı mezar taşlarından bir ayrıntı. BURSA ERCİŞ`LİLER ÇANAKKALE GEZİSİ GÖRÜNTÜLERİ Tuğlu ERCİŞ İN EN ESKİ MERKEZ CAMİ KARAYUSUF PAŞA CAMİİ Erciş Çarşısı - 2004 Müsamereci NİHAT ÇAVUŞOĞLU bayanlarin köfte gunu Halil Emrah Macit
Finans
Alış Satış
EUR YTL YTL
USD YTL YTL
Spiritüalist