SEHPA

25 Mart 2010 18:44 / 1054 kez okundu!

 


Aralık ayazı… Çok olmuş kış takvim yaprakları arasındaki sevimli mevsim olmaktan çıkalı… Gölün dingin şehri Erciş fırtınalı bir güne teslim… 


Okul servisindeki üç kişi kilometrelerce ötedeki Gökoğlan Köyü’ne varma telaşesiyle sabahın erken saatlerinde yola koyuluyor. İç sesim ‘bu havada gidilmez’ naralarıyla beni gitmekten vazgeçirmeye çabalasa da kurum sahibi ile servis görevlisinin kararlı halleri bu sesi bastırmaya kafi geliyor.
Badireli bir yolculuğun ardından köye yaklaşılıyor. Köyün girişinin bir metre karla kaplı olması sürpriz değil. Kurum sahibi, kararlılığından ödün vermeyen tavrıyla azmine sarılarak yanındakine sesleniyor:
-Gir Nuri! 
Nuri önündeki kar yumağının büyüklüğüne aldırış etmez bir pervasızlıkla direksiyona sarılıyor. Az sonraki manzara hala hatırlanır türden: Nuri’nin şakaklarından aşağı doğru akan su damlacıkları arabanın açık camından içeri giren ayazın tesiriyle birer buz parçacığına dönüşüvermiş. 

Bir saati buluyor köye girmek. Okula varılıyor. Küçük, şirin bir köy binası… Lojmanın açık kapısından gelen seslere yöneliyoruz. Kırk yaşlarında, uzun boylu, kumral bir bey bizi görünce yanımıza gelip selamımıza bir tebessümle karşılık veriyor. Ardından birkaç öğrenci dışarı çıkıp sıcak bir ‘hoş geldin’ iliştiriyorlar yüreklerimize. Uzun boylu adam bireysel eğitime götürmek üzere öğrencilerini almaya gelmiş özel eğitim kurumu çalışanları olduğumuzu öğrenince hoşnut oluyor; fakat duraksıyor bir müddet. ‘Öğrencilerimle muhabbetimi böldünüz; fakat olsun. Size yardımcı olayım’ cümlesi mesleğine bağlılığının göstergesi gibi görünse de onu tanımadan hakkında bir yargıya varma niyetinde değilim. ‘Kızlarım da bize çay yapsın’ derken yumuşak bir talimat anlamı içeren şefkat yüklü bakışlarını az ötede bekleyen öğürencilerinin yüzlerinde gezdiriyor. 

Okul geziliyor. Sınıfın, kapının sol tarafında kalan köşesinde yıpranmış, eski bir sehpa oluyor gözüme ilk ilişen. Sınıfın bütün renklerini, duvarları süsleyen şiir ve resimleri dikkatimi çekmeyecek derecede gölgede bırakan küçük, eski bir sehpa… Çaylarımızı rahatça yudumlayabilmemiz için ayaklarımızın dibine dek getirilip işlevini görüyor. O sırada fark ediliyor ki ayaklarından biri kırılmış, yerine, sehpanın rengi ve şekliyle tamamen uyumsuz, ince bir çıta tel parçasıyla tutturulmuş, ayak vazifesi görmekte.
-Bunu kim yaptı? sorusuyla yorgun bakışları bize dönüyor öğretmenin:
-Ben yaptım.
-Memleket neresi hocam?
-Antep… 

Gözlerim sehpanın dördüncü ayağına takılı halde, cümle kurma yetilerimi iç sesime yükleyerek fısıldıyorum kalp diliyle:
Kim bilir, ne vakit başladı bu küçük köy okulundaki yolculuğun. Seni insana hizmet yolunda vazifeni görmek üzere buraya bırakıp ‘kolay gelsin’ dediler. Kiminin çayına, kiminin yemeğine, belki bir lokma ekmek peynire sığdırılmış muhabbetine tanık oldun yıllar yılı. Ve bir gün… Belki umarsız bir ayak darbesi belki vurdumduymaz bir el seni bir ayağından mahrum bırakıp yalnızlığa terk eyledi. Yıkıldın, hırpalandın, yabana atıldın. Ümidi kesip senden, ‘işe yaramaz’ damgasıyla karaladılar yüreğini senin de bir yüreğin olduğunu hesaba katmadan… Ve gün geldi kaderine boyun eğip köhne bir sobaya yakıt olmanın eşiğindeyken yüreği pek bir Anteplinin sana uzanan eliyle doğruldun. Yokluğun içinden varlığın, imkansızlığın içinden imkanın kısık sesini işitmeyi başaran bir köy öğretmeni sana işe yarayacağına inanma ve ayağa kalkma fırsatı tanıdı. Bir ahşap eşyaya bu denli kıymet veren bir öğretmen körpe köy çocuklarını hor görmez. Seni doğrulttuğu gibi onların da elinden tutup yaşam yükünü omuzlamıştır elbet. Elde avuçta kapkara umutsuzluktan başka bir şey yokken çocukların yüreklerine umut, dertlerine derman olabilmektir biraz da öğretmenlik. O da bunu yapmıştır. Kendini ‘öğrencilerimle muhabbetimi böldünüz’ diyecek kadar onlara adamış ve çöpe gitmesi muhtemel bir sehpaya dördüncü ayak olmuş bir öğretmen, boy vermeye muhtaç fidanlarına su olmasını da bilir. ‘Okula bunu alamadık, kömür az, odun yanmıyor’ yakınmalarıyla hareket etse bu gün bu köy okulunda içecek çay bile bulunamazdı muhakkak. Her gün ümidi kestiğimiz, bir şans tanımaya yanaşmadığımız nice insan savrulup giderken, inancına sımsıkı sarılıp olmaz dediğimizden olanı üretebilmek onun yaptığı öğretmenliğin ta kendisi olsa gerek.
İçsesim son cümlelerini ona sarfediyor o duymadan:
-Böldük öğretmenim. Öğrencilerinle muhabbetini böldük, bağışla! 

Aynı sıcak tebessümle uğurlanıyoruz. Kurum sahibini ve servis görevlisi arkadaşımı takip ederek sessiz adımlarla yürüyorum; öğretmenliğin bir çocuğun tökezleyen düşlerine, topallayan yarınlarına deva olmak kadar kutsi bir görev olduğu düşüncesini Anteplinin bakışlarından teslim alarak…

İTHAF: Yaptığımız köy okulu ziyaretlerinde bize ‘Allah Allah, tam gün eğitim yapması gereken 5 tane okulun 5’i de saat 12’de kapatılır mı?’ dedirterek bizi hayretler içinde bırakan malum köy okullarının öğretmenlerine, devletin ücretsiz dağıttığı Türkçe ders kitabını titrek elleriyle sobada tutuşturarak ısınmaya çalışan 7 yaşındaki köy kızına, yıl 2010 olmasına rağmen halen lavabosu ve WC’si bulunmayan köy okullarımıza, ‘ya biz üç saat erken çıksak da olur. Müfettişler gelecek ama gelseler bile bu dağ başına kadar çıkamazlar. Biz sobayı yakıp çıkalım. Müfettişler dumanın tüttüğünü görünce nasılsa eğitim öğretim devam ediyor deyip okula uğrama gereği duymazlar’ deyip bu dahiyane fikri hayata geçiren akıllı(!) köy öğretmenlerine, köylü yardımcı olmuyor diye eline fırçayı alıp okul duvarını boyayan İzmirli müdireye, yıllardır jelatini bile açılmamış, üzerindeki kalın toz tabakasının altında kaybolmuş bilgisayarlara, ters giden düzeni değiştirebilmek, değiştiremezse bile bir şeyleri yoluna koyabilmek adına canla başla çalışanlara, ‘böyle gelmiş, böyle gitsin’ diyen pervasızlara, çocuklarımızın üzerinden rant sağlayanlara, aylarca öğrenciyi derse almayıp devletten söke söke aldığı meblağı gırtlağından geçirebilenlere, ‘boğazımdan helal olmayan tek kuruş geçerse Rabb’im sen çoluk çocuğumdan çıkar’ diyebilen ahlak timsali yürek sahiplerine, üzerine alınma cesareti gösterebilenlere, üzerine alınma lüzumu duymayanlara, içinde hala bir parça vicdan kırıntısı kalmışlara, en son sana… Bir de bana…

Not: Erciş İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 24 Kasım (2008) Öğretmenler Günü dolayısıyla öğretmenler arasında düzenlediği ‘Anı Yarışması’nda ilçe genelinde ikincilik ödülü alan yazım… (İthaf yazıya dahil değildir…)

Gülşen Çağan

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
       Facebook'ta Paylaş       
Yorumlar
26 Mart 2010 01:35

Dilem Rana GÜNAY

Beğenilerinize sevgiyle... GÜLŞEN ÇAĞAN...
23 Mart 2010 06:17

solukbeniz

Size ne demeli bilmem ki! O hassas yüreğinizden dökülen sözcükler bizi başka bir ayrıntıya sürüklüyor. Hiç kimsenin bilmediği, baktığı ama görmediği bir ayrıntıya. Aynı sözler 'Van Gölü Sevdadır' yazınız için de geçerli. Tebrikler deniz kızı...
23 Mart 2010 05:31

Dilem Rana GÜNAY

Cihat Bey, bugüne değin yanlışlara toslamamızın, hatalarla boğuşmamızın ve de geri kalmışlığımızın asıl sebebi cehalet olmakla birlikte ben altında yatan asıl nedeni öz eleştiri yapan, yanlışları ortaya koyan ve yapıcı olmak için bir parça gayret sarfeden insanlarımızın hep susturulmuş olmasına bağlıyorum. Yeri ve zamanı geldiğinde yani tam da yeri ve zamanıyken mevcut düzene (tabi buna düzen denirse) başkaldıran, artık bir şeyler değişmeli diyen insanlarımızı susturmadık mı hep? Sus abiciğim bunlar burda söylenecek şey mi, başını belaya sokma, koltuğun var, oturduğun yerden olursun yazık olur deyip susturmadık mı? Evet ben tek eksiğimizin öz eleştiri olduğunu düşünüyorum. Her şeyi güllük gülistanlık görmek hoşumuza gidiyor. Çarpıklıklar moral bozuyor ustam ya... Kalsın onlar... Gömülü kalsın... Bak her şey günlük güneşlik... Kafamızı ağrıtmayalım... Gül gibi geçinip gidelim Allahaşkına... Ülke nasılsa kendi kendine kalkınır. Kalkınmazsa bile... Amaaaan biz mi düşüneceğiz ülkenin halini... Boşver... dedik... E bu son kaçınılmazdı. Hepimiziz burda kaleme aldıklarınız... Hepimiziz kendine gelmesi gerekenler... Kaleminize sağlık...

22 Mart 2010 09:40

Cihat Albayrak

Sehpanın hikayesini daha önce dinlemiştim sizden. Ama oldukça yoğun bir gündü, bir çok şeye hayret edince insan neye hayret edeceğine şaşırıyor. Öyle bir gündü. O yüzden aklımda yeterince yer etmemişti. Bu yazı o anları canlandırdı hayalimde şimdi. Harika sorumluluk sahibi insanlarsınız. Gönüllülükten öte, sorumluluk olarak görüyorsunuz yaptıklarınızı. Oysa görevi olmasına rağmen insanlar masa başında emekliliklerini getiriyorlar. Dilekçe yazmayı bilmeyen, o da bir şey mi, doğru düzgün okumayı bilmeyen kurum ve okul müdürleri var Erciş'te. Erciş gazetesi yayınlamadı ama ben de öğretmenler evi ile ilgili yazımı yayınlayayım burada. Sabah akşam okey oynuyor öğretmenlerimiz. Hem de öğretmen evinde. Ve tabii sizin yazınıza konu olan öğretmen gibisi de çok.. Anlatılacak çok hikaye var.
21 Mart 2010 09:44

LAL_LAL

 Bu kadar duygulu yazacak ne vardı.Ben bu memleketin her canını bir öğretmen,her öğretmeninin bir hayat yaratacak kadar eğitim gönüllüsü olduğunu bilirdim amma sizin yazınız bir hjayatı bu kadar canlı kılacağını tahmin bile edemezdim,kalbimin tam ortasından vurdunuz gönlü güzel insan kaleminize sağlık ömrünüze bereket ÖĞRETMENİM.

 özcan AVCIBAŞI (LAL_LAL)
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Editör
Konuk Defteri
Üye İstatistikleri
Son Üye Vedtinc
Toplam 384 Üye
Son Fotoğraf
1. İzeettin Keykavus Türbesi- İ. Tunç bursa erçiş derneği kadınlar köfte gunu Ulupamir el sanatları Doğancı sarnıç Patikler - İsmet Tuınç ışte bayanlar coban cekimı Halil Emrah Macit
Finans
Alış Satış
EUR YTL YTL
USD YTL YTL
Spiritüalist