YALÇIN ERGÜNDOĞAN: İlerici, devrimci, demokrat, komünist, çevreci ve türcülük karşıtı

12 Eylül 2010 05:10 / 1346 kez okundu!

 


İllegal olarak 10 yılı aşkın saflarında bulunduğum TKP’nin 90. yaşını değişik biçimde kutlamak istedim. Bu nedenle kendi küçük tarihlerimiz için de bir tür çentikler olması amacıyla, sıra dışı bir arkadaşımla ilgili sıra dışı notlar aktarmak istiyorum.

36 yıllık arkadaşım Yalçın Ergündoğan'ı1974'de İzmir Sinema Kültür Derneği etkinlikleri sırasında tanımıştım. Hep etkindi, hep çalışkandı. Daha sonra da Türkiye Sosyalist İşçi Partisi İzmir İl örgütü saflarında yolumuz kesişti.

Kendisi uzun boylu, yakışıklı sarışın bir delikanlıydı o zaman… Yüzüyle Lenin gibiydi, bıyıklarıyla Stalin…

Abidin Sökmen bizim gruba eğitim verirken, grupta ben Yalçın ve kitapçı Kürt Mustafa vardı. TSİP'in "İş Ekmek Hürriyet" afişlerini gündüz serigrafi ile üretip, gece de kendi hattımızda (Çankaya - İkiçeşmelik - Hatay Nokta durağına kadar) Parmaksız İbo'nun da katılımıyla tüm caddeye yapıştırmıştık.

Ben, Genç Sosyalistler Birliği GSB'ye yönetici olarak seçilince ilişkimiz dolaylı hale geldi. Eğitim ekibimizde buluştuk bir süre daha, eylemlerdeki kesişmemiz, işbirliğimiz sürdü.

İGD, TKP saflarında 1977 1 Mayıs’ında olaylardan sonra o hengâmede rastlantıyla karşılaştık ve Taşkışla yolundan Beşiktaş'a birlikte yürüdük. Dolmabahçe'de barikat kuran güvenlik güçleri, üst başımı arayıp beni salıverdi ama onu gözaltına aldı. Muhtemelen onun bıyıklarının benden daha muhteşem oluşunun da etkisi vardı bunda... Bir de elindeki megafonu da saymalıyım... Gözaltında haksız yere epeyi hırpalanıp, bizden birkaç gün sonra ancak dönebilmişti İzmir'e...

O DİSK'te çalışırken az görüşebiliyorduk... 12 Eylül 1980'den sonra uzuun zaman görüşemedik. Ben yurt dışından izledim onun TBKP'ye katkı günlerini, kendim de farklı biçimlerde destek yöntemleri geliştirirken…

1992 sonrasında, 141-142'nin kalkmasıyla birlikte ülkeye 10 yıl aradan sonra geri döndüm. Bir yerlerde yine karşılaşmaya başladık çünkü ikimiz de İstanbul'daydık.

1996’da ben evlenirken düğünüme gelen az sayıda eski arkadaşımdan biriydi…

22 Ocak 2007’de Hrant Dink’in cenazesinde on binlerin içinde yine rastlantıyla karşılaştık ve sonrasında birlikte yürüdük. Bu kez birlikte yürüyüşümüz olaysız tamamlandı.

Ben kalça kemiğimden, o kafatasından ameliyat olurken mesafeleri aşıp birbirimizi teknoloji yardımıyla teskin etmeyi başardık...

İnternet ortamlarında verimli işbirlikleri yaptık, yapmaya devam ediyoruz…

Sesonline’ın, Özgürlükçü Sol, Dünya Yalnız Bizim Değil Platformu grubunun yaratıcısı olan Yalçın, izmirizmir.net sitemize de yazıları ve haberleriyle katkı sundu, sunuyor.

Yalçın Ergündoğan, karton karakterlerin rahatlatıcı devrimciliği yerine hep zor olanı seçti. İnsanın gerçek özgürlüğünü, gerçek çevreciliğini ararken bir adım daha atarak hepimize ayna tuttu. Hayvan dostlarımıza karşı tutumumuzu sorgularken devrimciliğin sınırlarını evrensel olana genişletip kolaycılarımızı yarı yolda bıraktı ve bize, türcülüğümüzle yüzleşmede son bir şans verdi.

Onun bu konuda çıkardığı kitabı YAŞAM SAVUNUSU'nu imzalamak için geldiği Kadıköy’deki bir kafeye, ikiz kızlarımı ve kedimiz Minnoş’u alarak gitmiştim.

Güzel olan, ülkemizin bugünkü tarihi dönemecinde “Yetmez ama Evet” eylemine de birlikte katkıda bulunmamız oldu.

Özetle birbirimizi görmeden de benzeri durumlarda benzeri biçimde davranmayı, ortak politikalara imza atmayı başardık. Bu beni hep mutlu etmiştir.

Hukuksal dertlerinde, BAŞ’ının derde girdiği durumlarda, yanında yüzlerce kişinin desteğini bulan Yalçın Ergündoğan ile birlikte, politik etkinlikler içinde bir başka 36 yıl daha olabilmek doğrusu hoş olurdu…

TKP’nin 90. yıldönümünü bu duygularla anıyorum.


İlhami Mısırlıoğlu

Fotoğraf: Kızlarım Nil (solda) ve İnci (sağda) Yalçın'ın Kadıköy'deki imza gününde... (25 Haziran 2009)


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
       Facebook'ta Paylaş       
Yorumlar
12 Eylül 2010 12:30

nuhungemisi

Sevgili Hemşehrim; 

Notunuzu geç gördüm onun için ancak şimdi yanıtlayabiliyorum. Doğrudan kendim yanıtlamaktansa akademisyen Hasan Bülent Kahraman'ın, sonuçlar (%58 EVET - %42 HAYIR) açıklanmadan önce yazdığı bir yazıyıya sığınayım izninizle...

"Referandum günlerinin sonuna yaklaşırken anayasa değişikliğine olumsuz bakan kesimler bunun otoriter demokrasi, baskıcılık gibi kavramlarla bütünleşeceğini söylüyor. Bana kalırsa şaşırtıcı bir iddia. Nedenlerini sıralamaya çalışayım.
Doğrudur, literatürde demokratik otoriterlik diye bir kavram vardır. Kendisine özgü şartlarda oluşan bir durumdur ve bütün otoriterlik eğilimleri gibi o da ciddi tehlikeler içerir. Hatta açık bir otoriterlikten daha da sakıncalı görülebilir. Ama öylesi bir durumun oluşması bambaşka koşulların öne çıkmasına bağlıdır. Türkiye'nin bütün demokrasi eksiklerine, olumsuzluklarına rağmen öyle bir çizgide olduğunu ve bilhassa anayasa değişikliğinin öyle bir sonuca yol açacağını iddia etmek manasızlıktır.
Üstüne üstlük bu iddianın yakın geçmişimizdeki 'karanlık' oluşumlarla oldukça ilginç bir etkileşimi var. Çünkü, seçilmiş bir iktidarın diktaya kayması Türkiye'de yaşanmamış değildir. 1957 seçimleri sonrasında DP açık biçimde şeke şüpheye yer bırakmayacak biçimde diktayı deniyordu. Belki CHP'yi bile kapatacaktı, yolunu arıyordu.
Ne var ki, bu gerçek çok vahim bir başka gelişmenin yolunu açtı. DP'ye karşı gerçekleştirilen darbe ve o darbenin taşıyıcısı olan aydın-ordu ittifakı kendisini ve meşum hareketini meşrulaştırmak için hep bu iddiayı öne sürdü: diktaya kayışı önlemek için darbe yapıldı, mubahtı, dediler ve ondan sonra gelen bütün iktidarlara da hep bu suçlama yöneltildi. Her darbe öncesinde bu iddia ortaya atıldı. İktidarın meşruiyeti meydanlarda sorgulandı.
Bugün aynı iddianın öne getirilmesi ne yazık ki, aynı değirmene su taşımaktır. 'Orduya davetiye çıkarılıyor' diye ilkel bir suçlama ve karalama içine girmenin anlamı yok. Referanduma hayır diyenler darbe yanlısı da değildir. Ama Türkiye'de sistemin 'eklem' noktalarını iyi bilmek gerekir. Bugün anayasa değişikliği, en azından ben öyle anlıyorum, bütün o aykırı ve karşı açıklamalara rağmen, ordu ve yargı bürokrasisine karşı yapılıyor. Önceliği ve özü budur işin. Bunu da seçilmiş bir iktidar yapıyor. Şimdi onu hemen otoriterlikle, anti-demokratlıkla suçlamak hele hele anayasa değişikliğiyle oraya varacağını öne sürmek çok daha ciddi sorunlar üremesine yol açmaktır. Daha açık söyleyeyim: seçilmiş iktidarın anayasayı halk oyuyla değiştirmesi daha çok otoriterlik anlamına geliyorsa orada durmak gerekir. Demokrasi adına açıkça demokrasiyle ilgisi olmayan bir sistemi korumak anlaşılacak değil, sadece tehlikeli bir iştir.
Tersi olmalıydı. Bilhassa sol açısından. Sol ortaya çıkıp bu değişikliğe açık yürekle destek verip, bunun iktidarla özdeşleşmek olmadığını, tersine, ona karşı çıkmanın bir kaldıracı, bir menteşesi olduğunu söylemeli, sonra da demokratik biçimde iktidarla pençe pençe mücadele etmeliydi. Kimse kusura bakmasın, geriye çekilip, malum bloklarla zımnen birlikte hareket edip, boykota kalkışıp bunu demokratlık diye sunmayı aklım almaz. Sol, sistemi dönüştürmek, bugünkü bürokratik yapıyı aşmak işini kendisi üstlenmeliydi. Bu onun kitlelerle yeniden ve çok farklı düzeylerde buluşmasına da olanak sağlayan bir girişim olacaktı. Acaba biraz Lenin okumakta mıdır, bizim sol?
Niye böyle sorusunun yanıtını da vereyim. Değişiklik, dönüştürücülük, az veya çok, beklenmeyen bir partiden geliyor. Bu o partinin de sınırlarını zorlayan bir şey. Daha fazlasını umarak bu kadarını eleştirmek ona da haksızlık. Son kertede demokrat olduğunu ama muhafazakâr olduğunu da söyleyen bir parti var iktidarda. Biz muhafazakârlardan düzeni topyekun değiştirmesini bekliyor ve istiyoruz. Daha fazlasını ancak 2007 seçimlerinde olduğu üzere bir koalisyon sağlayabilirdi. Bu yola gidilmedi. İtiraf edeyim: ben de bu değişimin soldan gelmesini isterdim. Bunu birçok nedenden ötürü derecesiz ölçüde yararlı bulurdum. Olmadı. İş AK Parti'ye güven oylamasına dönüştü ve ne yazık ki, malum kanatlarla sol kendisine özgü o garip işbirliğini sürdürüyor.
Ben demokratım diyenler adım atmıyor, direniyor, sen demokrat değilsin denilenler bir oluşum başlatıyor. Türk siyasetinin yapısal sırrı burada."
12 Eylül 2010 06:28

tehtoteh

Sayın Mısırlıoğlu, Öncelikle 12 Eylül sürecinden geçip gelen size ve yorgun düşmemiş mücadele ruhunuza saygı duyuyorum. Ama gerçekten; "yetmez ama evet" kampanyasını kendi mantığıma bir türlü kabul ettiremiyorum. "Statüko" ya, "statükoculara" hayır demek için, "sivil bir anayasa olduğu için" "yetmez ama evet" bunun için mi "evet". Ama bu 12 Eylül anayasasının 17 değişiklik ile 86 maddesi değiştirildi ve hiç bir zaman; hiç bir adım bu kadar (bugün yaşanılan)demokrasi nidaları ve kampanyaları ile karşılanmadı...Ki 12 Eylül'ün en büyük ürünü olan MGK, YÖK, Seçim Barajı, grev hakkı gibi bir çok yasa orada dururken demokrasinin önünün hangi maddelerle açılacağını merak ediyor ve hatta yanılmış olduğumu hayal ederek; ümit ediyorum...
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Editör
Konuk Defteri
Üye İstatistikleri
Son Üye Vedtinc
Toplam 384 Üye
Son Fotoğraf
bendi mahi, ay ve muradiye 5-18 Aralık İst. Tepe Nautilus Alış Veriş Merkezi BURSADA `Kİ ERCİŞLİ`LER 2010 PİKNİK ŞÖLENİ 1. İzeettin Keykavus Türbesi- İ. Tunç 1973 Halil Emrah Macit
Finans
Alış Satış
EUR YTL YTL
USD YTL YTL
Spiritüalist